anafor

  • Konbuyu başlatan cendere
  • Başlangıç tarihi
C

cendere

Ziyaretçi
ANAFOR

Fotoğrafa baktı,

“Neyi var?” diye sordu. Asuman Hanım.

Biraz sıkılgan, biraz yılgın ve birazda çaresizlik içinde

“Benim tatlı Ahmet’im yürüyemiyor, konuşamıyor ve hatta çevresindeki hiçbir olaya tepki göstermiyor.”

Sözleri söylerken sevecenliğini ve Ahmet’ine olan muhabbetini gözleriyle bir şiir edasıyla anlatıyordu. Ahmet’in doğduğu gündeki o sevinç hala üzerindeydi. İlk kollarına aldığında, ilk kokladığında yaşadığı o mutluluk saf ve yalın üzerinde duruyordu.

Asuman Hanım, hiç tereddütsüz,

“ Tam yerine geldiniz. Bu bizim işimiz. Endişeniz olmasın. Ahmet kısa sürede söylediklerinizin birçoğunu yapabilir duruma gelecektir. Ben Ahmet’in gözlerinde o ışıltıyı görüyorum.”  dedi.

Annenin yılların yorgunluğunu üzerinde taşıyan yüzünü, acı bir gülümseme aldı.

“Doğru, ışıl ışıldır benim bebeğimin gözleri. Hele siz onları doğduğu zaman görecektiniz.”

Dedi ve ağlamaya başladı. Yerimden doğruldum ve bir peçete uzattım.

“Bundan sonra ağlamayacaksınız hep güleceksiniz. Bunun için ben ve arkadaşlarım elimizden gelen her şeyi yapacağız. Buna emin olabilirsiniz. Bu bizim işimiz.” dedi Asuman Hanım.

Gözyaşlarına basarak yükselmek bu olsa gerek diye düşündüm. Gözlerdeki yaşlar kurumadı ama kalplerde insaf, merhamet kurudu.

“Ahmet kaç yaşında?”,

Dedim.

Anne, titrek bir sesle,

“10 yaşında. ”

Ardından,

“Hiç eğitim aldı mı?”

“Evet, birkaç kuruma gittik. Ama bir sonuç alamadık.”

Ben devam ettim,

“Ne sonuç bekliyordunuz?”

Anne bana şaşkın bir şekilde baktı ve

“Tüm annelerin istediğini.”Dedi.

Ben bunun üzerine kısa bir süre sustum. Çünkü beklentinin nerelerde olduğu bu sözden çok açık anlaşılıyordu. Ve bu anda söylenebilecek bir söz umutları yıkabileceği gibi, yersiz boş vaatleri de beraberinde getirebilirdi.

Asuman Hanım olayı hemen bitirme endişesiyle,

“Siz hiç merak etmeyin, kısa süre sonra Ahmet’i siz dâhil kimse tanıyamayacak. Öncelikle konuşması ve yürümesine ağırlık verilecek. Bu işin uzmanı arkadaşlarımızla ve bizzat kendim de ilgilenerek Ahmet’i günlük yaşama hazır hale getireceğiz. Siz rapor işlemlerini tamamlayana kadar biz burada Ahmet’in eğitimine ücretsiz başlarız.”

Anne önce bana sonra da Asuman Hanım’a baktı. Ve sonra,

“Size güvenebilir miyim?” dedi. Bu soru karşısında Asuman Hanım’ın rengi bir anda uçtu, dudakları sarktı ve hafif titrek bir sesle,

“ Tabiî ki, her konuda.” Dedi ve tekrar toparlanıp “Öyle değil mi Hasan Bey?” dedi. Asuman Hanım’ın sorusunu dikkate almadan anneye,

“Hangi konuda güvenmek istiyorsunuz?” dedim.

Anne,

“Asuman Hanım’ın sözleri hususunda.” dedi.

Ben, “Ben kimseye kefil değilim, Ahmet ile neler yapabileceğimi ancak Ahmet’i gördükten sonra söyleyebilirim. Bir fotoğraftan hareketle bir şeyler söyleyebilmek mümkün değil. Ayrıca yapacağım çalışmalarda sizin mutlak surette desteğiniz gerekecek, ben bu konuda size ne kadar güvenebilirim?”dedim. Asuman Hanım vermiş olduğum cevaptan ve sohbetin uzamasından hiç memnun değildi. Anne soruma cevap verirken kaşlarını çattı ve yüksek bir sesle,

“Sonuna kadar!” dedi. Hayattaki beklentilerinden büyük yara alan mahzun anne, gözyaşları ile ıslanan yüzünü önüne eydi ve sonra başını yavaşça kaldırdı. Sitem ve ümitsizlikle dolu bakışlarıyla,

“ Neden ben, neden Ahmet!” diye bağırdı.

Soru, içinde bulunulan durumun derinliğini ve yükün ağırlığını ifade etmesi açısından doğru bir ifadeydi. Fakat bu soru “Neden bir başkası?” sorusunu beraberinde getiriyordu. Bu serzenişte, bu feryatta anne haksız değildi. Nice zorluklarla, nice dertlerle geçen 10 koca sene. Bu bir anafordu. İnsanı içine çeken, insanı içten içe eriten, varlığıyla tüm varlığı yitirip tüketen bir anafor.

Ancak, olur ve olmazlarla örülü hayatın içerisinde kalplerden, merhametten uzak bir bakış ne kadar yanlışsa, akla galebe çalan bir bakış da o kadar yanlıştı. Hiçbir zaman sevgimiz, merhametimiz, duygularımız, akıldan uzak düşünmemizi engellememeliydi. İçinde bulunulan durum, yok sayılarak, isyan edilerek veya çaresizlik içinde elini kolunu bağlayarak üstesinden gelinecek bir durum değildi. Engeli aşmak sabır, sebat, ekstra özen ve dantel gibi inceden inceye emek gerektiriyordu.

Hayatta her şey tam istediğimiz istikamette gitmiyor. Ki öyle olsaydı varoluşun, hayatın, insanlığın hatta değer adına hiçbir şeyin anlamı(iyi-kötü, güzel-çirkin, mutlu-üzgün, vs.vs.) kalmazdı. Sağlığı değerli kılan hastalık, güzelliği değerli kılan çirkinlik, iyiyi değerli kılan kötülük, ………… Dünya’da olan bitenin tesadüfî olmadığını düşünen her insan için yaşanılanlar birer imtihan. Bu imtihan herkes için farklı seğir izliyor. Herkes aynı nimetlerle donatılmadığı gibi herkes aynı değerle de imtihana tabi tutulmuyor.

Daha sonra annenin gözyaşı ile ıslanan elini ellerimin arasına aldım ve gülümseyen bir yüzle,

“ Ahmet’e sizden daha layık bir anne olamazda o yüzden siz.” dedim.



Mehmet Fatih ADIYAMAN

 
Üst