Atatürkü bir anlayabilsek

  • Konbuyu başlatan cendere
  • Başlangıç tarihi
C

cendere

Ziyaretçi
  (Atatürk o vekili trenden kovmuş)
Atatürk namaza nasıl bakıyordu? Tartışmalara ilişkin o dönem yaşanmış çarpıcı bir örnek çıktı.
Mustafa Kemal Atatürk'ün, namaz kılan yüksek rütbeli bir subayı ihbar eden milletvekilinin trenden indirilmesini istediği ortaya çıktı. Atatürk, aynı milletvekilinin tekrar seçilmesini de engellemiş.

Bu olayı aktaran Dumlupınar Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Ali Sarıkoyuncu, Atatürk'ün, gammazcı vekil hakkında, "Bu adam namaz kılmayı kendi aklınca suç görüyor." dediğini söylüyor.

Diyanet İşleri Başkanlığı'nın yayınladığı aylık Diyanet dergisinin nisan sayısında 'Atatürk, Din ve Din Adamları' konusu işlendi. Atatürk'ün din konusundaki düşünceleri ve uygulamaları, resmî dairelerde namaz kılanları ve bu kurumlarda mescit bulunduğunu gammazlayanlara en güzel cevabı veriyor.
Dosyayı hazırlayan Prof. Dr. Ali Sarıkoyuncu, Atatürk'ün din ve lâiklik hakkındaki görüşlerinin 'en az bilinen ve en çok istismar edilen' yönü olduğunu söylüyor.

Yazıda Atatürk'ün din adamlarına ve dinî vecibelerini yerine getirenlere karşı son derece saygılı olduğu yaşanmış bir örnekle anlatılıyor. Prof. Dr. Sarıkoyuncu'nun anlattığına göre olay şöyle gerçekleşiyor:

Atatürk, 1930 yılında Fevzi Çakmak'la birlikte trenle yurt gezisine çıkar. Kompartımanında ülke sorunlarını konuşurlarken bir milletvekili içeri girip, Atatürk'ün kulağına bir şeyler söyler. Atatürk'ün kaşları çatılır, Fevzi Paşa'ya dönerek, "Paşam, lütfen beni takip ediniz, arkadaşlar bir haber getirdi, inceleyelim." der. Hep birlikte diğer vagona geçtiklerinde yüksek rütbeli bir subayın kanepe üzerinde namaz kıldığını görürler. Atatürk, mareşale dönerek şöyle der:

"Paşam, bu adamın (gammazcıyı işaret ediyor) biraz evvel kulağıma gizli bir şeyler söylediğini gördünüz. Bu adam muhafız kıtasına mensup yüksek rütbeli bir subayın namaz kıldığını gammazladı. Bu adam namaz kılmayı kendi aklınca suç görüyor. Durumu size göstermek için buraya kadar zahmet ettim." Atatürk ilk istasyonda milletvekilini trenden indirir ve gelecek dönem milletvekili seçilmesini de engeller.


İNTERNETHABER.COM

 
C

cendere

Ziyaretçi
Düşünce... Düşün... Düş... Düştü! (Umur Talu)
Bir türlü bıkmadık.Bir türlü aşamadık.
Kendi başımıza gelince öfkelensek dahi başkasının başını asla düşünmedik!
Demokratın zihni ve vicdanı demokratlaşamıyor.
Laik, laikliğin aynı zamanda "ilahi otoriteye dayanma iddiasındaki otoriter inanç ve düşünce dayatma" ya isyanda kök bulduğunun farkında değil.
Kimin ne zaman, nerede, nasıl, niçin ve kim gibi düşünmesi gerektiğini kafamıza vurup duran amirler ile memurları dolu memlekette .

Ama acısı şu:
"Dini dayatmalar" la iç içe bir düşünce ve eylem dünyasının "özgür ve eleştirel düşünce, ifade" ile yakınlığının (sık sık) sınırlı olabilmesi "dünya ve tarih hali".
Bunu aşmaya çabalayana ne ala.
Hemencecik aştığını zannedenler iyi tartmalı.
Zaten aşmak istemeyenler ise mebzul miktarda.
Lakin, "devrim, cumhuriyet, ilerleme, din veya mutlak otorite karşısında özgürlük, laikleşme, bilim" vesaire gibi kavram ile değerleri dillerinden düşürmeyenlerin de ciddi bir sorunu var.
"Din karşısında düşüncenin, eleştirinin özgürleşmesi" sadece din karşısında mı bir özgürlüktür...
Yoksa hakikaten düşüncenin, eleştirinin özgürleşmesi midir?
Derdimiz hangisi?
Biz sadece "düşünce, düşünme şekli, ezber dayatan zihinsel otorite" olarak din karşısında mı özgür düşünebilen, eleştirebilen ve bunu birbirinden farklı fikirlerle, bunları ortaya korkmadan atabilerek tartışan insanlar mı olacağız...
Yoksa, mesele her tür "zihinsel otorite" karşısında zihnimizin özgürleşebilmesi midir?
Mesele, "Vurun kahpeye" diyen herkese karşı her insanın özgürlüğünü ve haklarını savunmak mıdır yoksa "bizim kahpe gördüklerimize vurulmalı ama" diyebilen açık veya gizli bir faşisti içimizde barındırmak mıdır?
Acının da acısı şu:
Türkiye'de "laik milli eğitim" ile hele hele "özgür üniversite" böyle bir "özgür ve eleştirel düşünce"nin beşiği asla olamıyor.
Tam tersine, beşikten eşiğe zincirleme müessesesi adeta.
Oysa eğitim laikleşmesi, eğitimin özgürleşmesi olabilmeliydi.
Oysa "mutlak otorite" baskısına karşı "devrim" denebilen cumhuriyet hakikaten öyle olabilmeliydi.
Özellikle , "Devrimcilik" i kendine yakıştıran her bir kimse, yani herhangi bir dini, mezhepsel, siyasi, ideolojik, ekonomik, toplumsal otoritenin baskısına, dayatmasına karşı çıktığı inancında olanlar kendisiyle yüzleşebilmeli:
Devrimciliğim nerede, nasıl başladı... nerede, nasıl bitti aslında diye!
Durmak, dondurmak, ezbere uymak ile "devrim", tarihte çok rastlandığı gibi, birbirine uydurulur uydurulmasına da, biraz uydurulmuş olur.
O yüzden "Milli Eğitim" de en çok şu tavsiye edilmeli:
Atatürk'ü anlatan, kendince tercüme edip yorumlayan kimilerinin ne dedikleri, ne ezberlettiklerinden ziyade, doğrudan Mustafa Kemal'in okuduğu, Çankaya Köşkü'ne dahi koyduğu kitaplar mesela.
Kimilerinin cumhuriyet tefsirinden ziyade, o düşüncenin evrensel, kültürel, isyankâr, özgürlükçü kaynakları mesela.Neden olmasın?Ezber mi bozarlar?
 
Üst