Atatürk'ün İlkokul Anıları

Serdar Yıldırım

Bilge Üye
Katılım
26 Mar 2010
Mesajlar
160
Tepkime puanı
1
Yaş
65
Konum
Bursa
atatürk'ün İlkokul Anıları

mustafa Okula Başlıyor

mustafa Okula Başlayacaktı. Babası Ali Rıza Bey Oğlunun Laik Eğitim Veren Şemsi Efendi İlkokulu’na Gitmesini İstiyordu. Annesi Zübeyde Hanım İse, Mahalle Mektebine Gitmesini Arzu Ediyordu. Bu Konu Etrafında Fikir Çatışmaları Sürüp Gidiyordu:

zübeyde Hanım: “ Ne Var Yani Şemsi Efendi İlkokulu’nda? Ne Öğrenecek Orada? Hem Orası Uzak. Mahalle Mektebi Şuracıkta. Oraya Gitsin İstiyorum. “

ali Rıza Bey: “ Hanım, Okulun Yakınlığı, Uzaklığı Önemli Değil. Önemli Olan, Eğitimin İyi Olması. Öğretmenlerin İyi Eğitim Vermesi. “

zübeyde Hanım: “ Tamam İşte. Mahalle Mektebindeki Hoca Çok İyi Eğitimciymiş. Mahalle Mektebinde Okuyanlar Hep İyi Eğitim Almışlardır. Ben De Mahalle Mektebinden Mezun Oldum, Orada Okudum. Bilgide Kimden Aşağı Kaldım, Söyler Misin Bey? “

ali Rıza Bey: “ Kimseden Aşağı Kalmadın, Zübeyde. Ben Her Zaman Senin Bilgili Olmanla Övünmüşümdür Ama Mustafa, Şemsi Efendi İlkokulu’na Gidecek. “

ali Rıza Bey Yine De, Zübeyde Hanım’ın Hatırını Kırmamak İçin, Oğlu Mustafa’yı Birkaç Günlüğüne Mahalle Mektebine Gönderdi.

daha Sonra Bir Bahaneyle Mustafa’yı Mahalle Mektebinden Alarak Şemsi Efendi İlkokulu’na Yazdırdı. Bu Durum Mustafa’nın Da Hoşuna Gitmişti, Çünkü Mahalle Mektebinin Dersleri O’na Ağır Gelmişti. Ağır Gelmesi Derslerin Zorluğundan Değil, Konuların Ağır Yani Yavaş İşlemesindendi. Mustafa, Hocanın Birinci Derste Anlattığı Konuyu Hemen Kavrıyor, İkinci Derste Yeni Bir Konuya Geçmesini Bekliyordu Ama Hoca Sadece Birinci Derste Değil, Bütün Bir Gün Aynı Konuyu Anlatıyordu. Bu Durum Mustafa Gibi Yaşı Küçük Aklı Büyük, Yaşına Göre, Dünyada Eşine Ender Rastlanacak Üstün Zekâlı Bir Çocuk İçin, Sıkıcı Bir Durumdu. Kimse Benden Koşmam Gereken Bir Durumda Yürümemi Beklemesin, Diyordu.

mustafa, Şemsi Efendi İlkokulu’nda Kısa Zamanda Tanındı Ve Sevildi. Hele Sınıf Öğretmeni Mustafa Diyordu Da Başka Bir Şey Demiyordu. Öğretmenler Odasında Devamlı Olarak Bu Başarılı Öğrencisini Anlatıyor, O’nu Övüyordu:

“ Arkadaşlar, Az Önceki Matematik Dersinde Sınıfa Çok Zor Bir Problem Sordum. Kimse Duymasın, Soruyu Üçüncü Sınıfların Ders Kitabından Almıştım. Sınıfta Kimsenin Problemi Çözemeyeceğinden Emindim. Problemi Önce Yüksek Sesle Okudum, Daha Sonra Tahtaya Yazdım. Öğrencilerin Çoğu Soruyu Okumakla Meşguldü. Oysa Çalışkan Öğrenciler Defterlerine Çözüm İşine Girişmişlerdi. Problemi Doğru Çözdüğünü Söyleyen Altı Öğrenciden Beşinin Bulduğu Sonuç Yanlıştı. Sadece Mustafa Doğru Sonuca Ulaşmıştı. Siz Olsanız Böyle Bir Öğrencinizi Alnından Öpmez Misiniz? Gelecekte Türk Milleti Bu Çocuktan Çok Şey Bekleyecektir. “




altın Saçlı, Deniz Gözlü Çocuk

mustafa, Şemsi Efendi Okulu Son Sınıfa Giderken, Birgün Sınıf Öğretmeni Bugün Okula Bir Müfettişin Geleceğini, Ona Karşı Saygılı Olmalarını, Soracağı Sorulara Doğru Cevap Vermelerini Söyledi. Eğer Bilmiyorlarsa Kesinlikle Parmak Kaldırmamalarını İhtar Etti. İlk Dersten Sonraki Teneffüste Öğrenciler Arasında Konuşulan Tek Konu Müfettişin Sınıfta Ne Gibi Bir Soru Sorabileceğiydi. Müfettişin Sorduğu Bir Sorunun Bile Bilinememesi, Kötü Bir İntiba Bırakırdı.

bu Durumda Mustafa, Çalışkan Öğrenciler Arasında Ön Plana Çıkıyor Ve Arkadaşlarına Müfettişin Sorduğu En Zor Soruyu Bile Doğru Cevaplandıracağı Sözünü Veriyordu.

ikinci Ders, İkinci Teneffüs Derken, Üçüncü Dersin Ortalarına Doğru Kapı Çalındı Ve Müfettiş Sınıfa Girdi. Müfettiş, Öğretmenle Bir Süre Konuştuktan Sonra Sınıfa Dönerek İlk Soruyu Sordu: Osmanlı Devleti, Avrupa'yı Fethetmek İstedi Ama Neden Başarılı Olamadı?

belki Bu Soru Öğrenciler İçin, Biraz Ağır Bir Soruydu Ama Ağırlıkların Kaldırılıp Kaldırılamayacağı Yani Sorunun Cevaplandırılıp Cevaplandırılamayacağı Da Böyle Bir Soru Sorulmadan Bilinemezdi. Bu Soru İçin, Sınıfın En Çalışkan Dört Öğrencisi Parmak Kaldırdı. Bunların Arasında Mustafa Da Vardı. Aslında Müfettiş Sınıfa Girip Öğretmenle Konuşurken, Orta Sıralarda Oturan Sarı Saçlı, Mavi Gözlü Ve O Mavi Gözlerinden Zeka Fışkıran Öğrenciyi Hemen Farketmişti. Müfettiş, Nedense Bu Sarışın Öğrenciye Parmak Kaldırmasına Rağmen, Söz Hakkı Vermemiş, Parmak Kaldıran Başka Bir Öğrenceden Sorduğu Sorunun Cevabını İstemişti. O Öğrenci De, Müfettişin Beklediği Bir Şablon İçinde Soruyu Cevaplamıştı.

ikinci Soru, İlk Sorudan Çok Daha Zor Olmalıydı. Bir Devlet Çıksa, Diyelim Ki, Bu Osmanlı Devleti Olsun, Dünyaya Hakim Olsa, Bu Durum Ebediyete Kadar Devam Eder Mi?

mustafa Olaya Bu Paralelde Dik Bir Çizgi Çekmek İhtiyacını Hissetmişti. Birbirine Paralel Giden İki Doğru Bu Dik Çizgiyle Kesişmeliydi. Mustafa'nın Parmak Kaldırıp Söz İsteyerek Soruya Verdiği Cevap Şu Oldu:

" Hayır, Etmez. Bırak Ebediyeti Elli Yıl Bile Devam Etmez. Her Ne İçin Olursa Olsun, Başka Milletleri Boyunduruk Altına Almak, Onları Köle Durumuna Düşürmenin Adı Emperyalizmdir. Her Millet Kendi Sınırları İçinde Özgür Ve Bağımsız Yaşamalıdır. Yaşasın Özgürlük, Yaşasın Bağımsızlık!.."

mustafa'nın Büyük Bir Coşku İçinde Söylediği Bu Sözler Üzerine Müfettiş, Bir Süre Öğretmenle Konuştuktan Sonra, Mustafa'nın Yanına Giderek, O'nu Alnından Öptü.

" Yaşa Mustafa!  Türk Milleti, Senin Gibi Son Derece Bilgili, Kültürlü Ve Düşüncesini Korkmadan Söyleyebilen, Çağdaş Yeni Nesil Gençlere Emanet Edilecektir. Sen Türk Milli Eğitimi'nin Gururusun. "




piyadecilik Oyunu

günlerden Bir Gün Komşumuz Binbaşı Kadri Bey’in Oğlu Ahmet İzinli Gelmişti. Temiz Üniforması, Anlamlı Bakışlarıyla Hayranlık Duyulacak Bir Askeri Ortaokul Öğrencisiydi. Bir An Kendimi O Üniformanın İçinde Hissettim.

o Birkaç Gün İçinde Komşular Ahmet’i Görmeye Gitti. Biz De Annem Zübeyde Hanım Ve Kız Kardeşlerim Makbule Ve Naciye İle Birlikte Ahmetlerin Evine Gittik. Ahmet Askeri Üniformasıyla Evin Salonunda, Misafirlerin Yanında Sol Eli Cebinde Biçimlice Yürüyordu. Asalet Ve Saadetin Ulaştığı En Yüksek Nokta Buydu.

daha Sonra Bir Gün Ahmet, Beni Ve Komşu Çocuklarını Bir Araya Topladı Ve Şöyle Dedi:

“ Gelin Bakalım Arkadaşlar, Şimdi Sizlerle Piyadecilik Oyunu Oynayacağız. Şu Gördüğünüz Tepeyi, Türk Çocukları Savunacak. Rum Çocukları İse, Ben Başla Dediğimde Tepeye Çıkarak Onları Aşağı Çekmeye Çalışacak. Oyunun Sonunda, Hangi Grup Tepeyi Ele Geçirirse O Grup Kazanmış Sayılacak. “

komşumuzun Oğlu Ahmet’in Başla Demesiyle Rum Çocukları İleri Atıldılar Ve Tepeye Tırmanmaya Başladılar. Takımlar Beşer Kişiydiler Ve İlk Tepeye Tırmanan Rum Çocuğu Bir Arkadaşımı Kolundan Tutup Aşağı Çekti. Rum Çocukları Çok Hırslıydı Ve Paçasından Yakalanan Bir Arkadaşım Daha Aşağı Çekildi. Aşağı Çekilen İki Arkadaşımın Yukarı Çıkma Şansı Yüzde Bir Bile Değildi. Şimdi Tepeyi Savunan Üç Türk Çocuğu Kalmıştık. Beş Rum Çocuğu Tepenin Üstüne Çıktı Ve Etrafımızı Sardı. Yeniliyorduk.

bir Türk Çocuğu, Beş Rum Çocuğuna Bedeldir, Dedim. Onlar Bana Değil, Ben Onlara Saldırdım. Tepeyi Rum Çocuklarına Bırakmamaya Kararlıydım. Benim Kazanma İsteğimi Gören Arkadaşlar Da İleri Atıldılar. Sonunda Tepenin Üstünde İki Türk Çocuğuyla Yalnız Kalmıştım. Rum Çocuklar, Yenilgiyi Kabul Etmişler Ve Üstleri Toz Toprak İçinde Aşağıdan Bakıyorlardı. Biz Kazanmıştık.

mustafa Daha Sonra Gizlice Sınava Girdi Ve Selanik Askeri Rüşdiye’sine Kaydını Yaptırdı. Mustafa Özellikle Sınavın Yetenek Bölümündeki Piyadecilik Oyununda Demir Gibi Bileği, Çelik Gibi Yüreğiyle Komutanların Dikkatini Çekti.

kuvvet, Kudret, Hareket, Kabiliyet Hepsi Mustafa’da Vardı. Gelmedi, Dedi Komutanlar, Bu Askeri Rüşdiyeye Böyle Bir Öğrenci Daha Gelmedi. Gelemez, Dedi Bir Başka Komutan, Dünya Durdukça Hiçbir Askeri Rüşdiyeye Böylesine Bir Öğrenci Gelemez.




atatürk'ün Çocukluk Anısı: Elbise Kavgası


Çocukluğumda Yaşadığım Anılardan Biri De Makbule İle Naciye Arasındaki Elbise Kavgasıdır. Komşu Kızın Üstünde Yeni Elbiseyi Gören Makbule İle Naciye, Anneme, Biz De Yeni Elbise İsteriz, Dediler.

Annem Zübeyde Hanım:

" Tabi Olur, Benim Güzel Çocuklarım. Ölçünüzü Alır, Size Yeni Birer Elbise Dikerim. Şunun Şurasında Bayrama Ne Kaldı? Bayram Günü De Yeni Elbiselerinizle Gezersiniz. "

Birkaç Günde Elbiseler Hazırdı. Makbule İle Naciye Yeni Elbiseleriyle Kıvanarak Gezdiler. Bir Hafta Sonra Kız Kardeşlerim Eski Elbiselerine Dönüş Yaptılar. Annem De Yeni Elbiseleri Yıkayıp, Ütüledi Ve Elbise Dolabına Astı.

aradan Zaman Geçti Ve Arefe Gününden Bir Gün Önce Evde Bir Gürültüdür Koptu. Meğerse Naciye Bayramlık Elbisesini Giymek İstemiş, Üstüne Olmamış, Dar Gelmiş Ve Bir Yaş Büyük Ablası Makbule'nin Elbisesini Giymiş. Bunun Gören Makbule Naciye'den Elbisesini Çıkarmasını İsteyip Sesini Yükseltmiş.

araya Giren Annem Naciye'ye Neden Ablasının Elbisesini Giydiğini Sordu. Bunun Üzerine Naciye:

" Ama Anne, Benim Elbisem Üstüme Olmadı, Çok Dar Geldi. Bir De Ablamın Elbisesini Deneyeyim Dedim. Tam Geldi. Bayramda Ben Bunu Giyeyim Ha, Ne Dersin? "

Annem Daha Sonra Elbiseyi Makbule'ye Giydirmeye Çalıştı Ama Dar Geldi.

Annem:

" Tabi Dar Gelir. Siz Büyüme Çağındasınız. İki Ay Önce Diktiğim Elbisenin Şimdi Dar Geleceğini Düşünemedim. O Zaman Bayramda Naciye Bu Elbiseyi Giyer, Ben Makbule'ye İki Gün İçinde Yeni Elbise Dikerim. "

Annem Aynen Öyle Yaptı. İki Günde Elbiseyi Dikti Ve Makbule Bayramda Bu Elbiseyi Giydi.

Beni Sorarsanız Annemden Rica Etmiştim Ve Beni Kırmadı. Bana Bayramlık Alınmadı. Babamın Yokluğunda Zaten Kıt Kanaat Geçiniyorduk. Annemi Zor Durumda Bırakmak İstemedim.




karanlıktan Korkmam

on Beş Yaşlarındaydım. Manastır Askeri İdadisi'ne Gidiyordum. (o Zamanın Lisesi) Yaz Tatilinde Dayımın Çiftliğine Gitmiştik. Komşunun Oğlu Enver'le Çok İyi Arkadaştık. Ara Sıra Birlikte Gezerdik. Bir Gün Enver, Bizim Bağa Gidip Üzüm Yiyelim, Dedi. Ben De Olur Dedim. Annelerimizden İzin Alıp Yola Çıktık. Sağda Solda Fazla Eğlendiğimiz İçin, Karanlığa Kaldık.

enver: "istersen Dönelim. Sen Şehir Çocuğu Olduğun İçin, Karanlıktan Korkarsın. Böyle Durumlara Alışık Değilsin" Dedi.

ben Karanlıktan Korkmadığımı Söyledim. Yola Devam Edelim Dedim. Tarla Kenarı, Patika Yol, Ağaçlık Alan Derken, Karanlık İyice Çöktü. Yanımdaki Enver'i Zor Seçer Oldum. Bir Saat Önce Dağların Kartalıyım Diyen Enver, Gel Mustafa Dönelim, Az Kalmıştı Ya, Yarın Gündüz Geliriz, Demeye Başladı. Neyse Ki Sonunda Bağa Vardık Ve Birer Salkım Üzüm Kopardık. Üzüm Yiyerek Çiftliğe Döndük.




ilk Anda Canım Sıkılmıştı

bakla Tarlasında Yalnız Başıma Bekçilik Yaptığım Günlerden Birinde Öğle Vakti Kulübenin Önündeki Çardak Altında Uyuya Kalmışım. Aradan Ne Kadar Zaman Geçti Bilmiyorum, Annemin Sesine Uyandım.

annem: ” Dayısı Şuna Bak, Mustafa Uyuya Kalmış. Makbule Dün Pınardan Soğuk Su İçince Hastalandı Ya, Mustafa Bütün Gece Başında Bekledi. Ondan Uykusunu Alamadı. Neyseki Makbule’ye Ballı Ihlamur İçirdim De İyileşti ” Dedi.

dayım: ” Bırak Canım Uyusun. Benim En Sevdiğim Şeydir Burada Uyumak. Bu Öğle Sıcağında Karga Falan Uğramaz. Bir Yatsam İki Saatten Önce Top Atsan Uyanmam ” Dedi.

bu Konuşmaları Duyunca Ayağa Fırladım. Uykuda Yakalandım Diye İlk Anda Canım Sıkılmıştı Ama Makbule’nin İyileştiğini Duyunca Rahatladım.



naciye Kayboldu

dayımın Bakla Tarlasına Makbule İle Giderdik. Bir Gün Naciye De Bizimle Gelmek İstedi. İlk Defa Benden Birşey İstediği İçin Olmaz Diyemedim. Annemden İzin Çıkınca O Gün Üç Kardeş Tarlaya Gittik. Naciye Eline Bir Sopa Aldı Ve Kargaların Ardından Koşturdu Durdu. Bir Ara Makbule İle Uzun Süren Bir Konuşmamız Oldu.

tarlanın Ortasındaki Kulübenin Önüne Oturduk Ve Yemeğe Başlayacaktık Ki, Naciye’nin Yanımızda Olmadığını Fark Ettik. Sağa Baktık, Sola Baktık, Naciye Neredesin Diye Bağırdık, Naciye Yok. Neden Sonra Naciye Çıkageldi. Meğer Karga Peşinde Koşarken Çok Yorulan Naciye Kulübeye Girmiş Ve Döşeğe Yatıp Uyumuş. Naciye’nin Ortaya Çıkmasıyla Birlikte Rahatladık Ve Yemeklerimizi Yedik.


mustafa Kemal Atatürk’ün Anılarından


 

Benzer konular

Üst