Fuzulî üstadın Fars diliyle yazdığı Rind ü Zahid adlı bir kitabı vardır. Zahid bir baba ile rind bir oğlun seyahat hikâyesinin anlatıldığı eserde zahir ile batın, sevap ile günah, mağfiret ile masıyet, hakikat ile mecaz, suret ile derun gibi zıt fikirler tartışılır.
Zahid, dinin emrettiği şekilde yaşayan ve bakış açısını dine göre düzenleyen bir kişilikte olup görünüş (temsil), sevap (vicdan), mağfiret ve hakikati savunurken rind hep onun dediklerinin tersini yapar, meyhaneyi över, hakikati mecazda görür (sembollere sığınma), batın (kişisellik) yanlısıdır, babasının günah saydığı şeyleri çekinmeden işler vs. Ona göre mademki dünya fanidir, öyleyse fanilik diyarında akıllı ile deli birdir. Denizin dibinde durduktan sonra inci tanesi veya taş olmanın ayrımı yoktur. İyilik, kötülük mefhumu ortadan kaldırıldığında da meyhane ile mescit arasında fark kalmaz.
Rindlik düşüncesi tarikatların ortaya çıkış ve yayılma çağında eski İran'a ait Pers-Zerdüşt kültürünün etkisiyle tasavvufa sızmış olup zamanla bazı sufi düşüncelerinin kalendermeşrepliğe meyleden bir yapı kazanmasına yol açmış, dini bütün müminlerin tavırlarını küçümseyen bakış açılarını üretmiştir. Batınî-Melami meşrepli sufiler tarafından benimsendikten sonra kendine bir özgürlük alanı da oluşturmuştur. Buna mukabil Sünni tarikatlarda revaç bulmadığı gibi temsil de edilmemiştir. Ancak gerek klasik şiirdeki tasavvuf neşvesi, gerek Batınî tarikat nefeslerindeki semboller dünyası, hemen her şairin kendini zahid (= kaba sofu, zahir ehli, dış görünüşü önemseyip dini sakaldan cübbeden ibaret gören) kimliğinin dışında bir rind olarak görüp göstermesine kapı aralamış, şiirlerde zahid tiplemesi, neredeyse koyu dindar bir insan portresine büründürülüp alaya alınmıştır. Buna divan şiirinin güzeli en güzel, çirkini en çirkin gösteren mükemmeliyetçi tavrı da çanak tutmuş, yüzyıllar boyunca şairler zahidi kötüden kötü, rindi ise iyilerin iyisi yapabilmek için -kasıtlı veya gaflet ile, bilerek veya saf kalplilikle- çırpınıp durmuşlardır. Şimdi o beyitlere bakanlar rind ile zahidi kanlı bıçaklı sanabilirler. Çünkü zevk ehli olup dünya nimetlerine sırt çevirmeyen pek çok şairin kendilerine günah fikrini hatırlatan her kişiye "zahid" damgası vurmaları gayet kolay idi. Üstelik kendisine günahı hatırlatan adam da kamil bir mümin olmayıp eksiklerle (mevki ve makam hırsı, sakal-cübbe kaygısı, dış görünüşe önem verme, cenneti anlatmaktan ziyade cehennem ile korkutma vs.) doluydu. Sonuçta rind şair, dinin kurallarına uymakla birlikte riyakârlığı her halinde ortaya dökülen miskin ve zavallı bir adamın imanını taşımak yerine kendini açıkça ortaya koyarak "İç bade, güzel sev, var ise akl u şuurun" makamında pervasızca bağırmayı yeğledi. Tabii iş bununla kalmadı; ötekinin eksikli olması, berikinin sesini yükseltmesine de daima fırsat tanıyordu. Artık dünyaya itibar etmediğinden, olayları gönül gözüyle görüp değerlendirdiğinden, her türlü baskıya karşı çıktığından, disiplin ve kural tanımadığından, bütün bunları da yenilikçilik, ilerleme ve hoşgörü adına yaptığından bahisle herkesi kendisine imrendirmekten geri durmadı. O kadar ki, bu sahte tavır, zamanla dinin kurallarına uymamayı telkine kadar (Harabat ehline duzah azabın anma ey zâhid) vardı. Hatta dinin emrettiği zekatın içki cinsinden verildiği, veya illa zekat verilecekse içkinin de zekatının verildiği diyarlara gitmeye özenildi (Zekat-ı mey verilir bir diyare dek gideriz).
Bütün bunlar olurken rind hep aktif idi; elinde kalem, iletişim kuruyor, anlatıyor, yazıyor, insanları öyle etkiliyordu. Zahid ise hep sünepe idi; büyük bir cahillik içinde yalnızca din kitaplarına gömülmüştü ve başını kaldırıp çevresinde dönen oyunları görebilecek durumda değildi.
Rindler ve zahidler gökkubbenin altından hiç kaybolmadılar!.. Biri hâlâ Ömer Hayyam, diğeri hâlâ Cinci Hoca rolünde... Ve toplum vicdanı, kalem ve iletişime sahip rol modellerin sahteliğini idrak etmediği sürece zahid daha çooook dayak yer!..
Semender
Klasik şiirimizde rindlik düşüncesini anlatan sayısız beyit bulunabilir, hemen her şairin farklı bir rindlik tanımı olduğunu anlayabilirsiniz. Bana göre en isabetli tanımlardan biri Muallim Naci'nin şu beytinde gizlidir:
Hayli dem pûşîde oldun ben gibi bir âteşe
Ey abâ-pûşum semendersin ki sûzân olmadın
Şöyle demek olur: Ey sırtı abalı dolaşan! Sen mutlaka semender olmalısın!.. Çünkü benim gibi birinin ateşine nice zamandır örtü durumundasın (benim sana olan aşk ateşimi gizleyip bilmezden geliyorsun)
Şöyle de demek olur: Ey sırtı abalı dolaşan! Nice zamandır benim gibi bir ateş topuna yakınsın (benim ateşimi taşıyorsun), ama yanmıyorsun!.. Yoksa semender dedikleri sen olmayasın?!..
Burada rind, "aba-pûş (abaya bürünüp kendini gizleyen)" kelimesinde gizlidir. Çünkü bütün düşüncelerini, bütün görüntüsünü, bütün fikirlerini örtüp kendine saklayarak dünyayı hiçe sayan rind, bir aba içinde yaşar. O aba onun için bir zırhtır ve dünya ile alakasını (dünya nimetlerine düşkünlüğü) keser. Rindin o zırhında (abasında) gerektiğinde bir ateşi örtecek manevi güç vardır. O güçten dolayıdır ki parmakla gösterilip imrenilir.
Beyit şiirsel anlamıyla, bizim dikkatimizi iki hususa çeker: İlki, şairin aşktan dolayı salt bir ateşe dönüştüğü (çünkü bu derece şiddetli ateş ancak o derece güzel bir sevgili uğruna yanmakla olur), ikincisi de semenderin bir aba ile ateşi kuşatıp kendini koruduğudur. Semender (batıda salamandr), ateşe girdiğinde bir sıvı salgıladığı için yanmayan, denize girdiğinde de batmayan efsanevi bir hayvan imiş. Güya salgıladığı sıvı bir zırh, bir aba gibi bedenini kaplar ve temas ettiği ateşten etkilenmezmiş.
Zahid, dinin emrettiği şekilde yaşayan ve bakış açısını dine göre düzenleyen bir kişilikte olup görünüş (temsil), sevap (vicdan), mağfiret ve hakikati savunurken rind hep onun dediklerinin tersini yapar, meyhaneyi över, hakikati mecazda görür (sembollere sığınma), batın (kişisellik) yanlısıdır, babasının günah saydığı şeyleri çekinmeden işler vs. Ona göre mademki dünya fanidir, öyleyse fanilik diyarında akıllı ile deli birdir. Denizin dibinde durduktan sonra inci tanesi veya taş olmanın ayrımı yoktur. İyilik, kötülük mefhumu ortadan kaldırıldığında da meyhane ile mescit arasında fark kalmaz.
Rindlik düşüncesi tarikatların ortaya çıkış ve yayılma çağında eski İran'a ait Pers-Zerdüşt kültürünün etkisiyle tasavvufa sızmış olup zamanla bazı sufi düşüncelerinin kalendermeşrepliğe meyleden bir yapı kazanmasına yol açmış, dini bütün müminlerin tavırlarını küçümseyen bakış açılarını üretmiştir. Batınî-Melami meşrepli sufiler tarafından benimsendikten sonra kendine bir özgürlük alanı da oluşturmuştur. Buna mukabil Sünni tarikatlarda revaç bulmadığı gibi temsil de edilmemiştir. Ancak gerek klasik şiirdeki tasavvuf neşvesi, gerek Batınî tarikat nefeslerindeki semboller dünyası, hemen her şairin kendini zahid (= kaba sofu, zahir ehli, dış görünüşü önemseyip dini sakaldan cübbeden ibaret gören) kimliğinin dışında bir rind olarak görüp göstermesine kapı aralamış, şiirlerde zahid tiplemesi, neredeyse koyu dindar bir insan portresine büründürülüp alaya alınmıştır. Buna divan şiirinin güzeli en güzel, çirkini en çirkin gösteren mükemmeliyetçi tavrı da çanak tutmuş, yüzyıllar boyunca şairler zahidi kötüden kötü, rindi ise iyilerin iyisi yapabilmek için -kasıtlı veya gaflet ile, bilerek veya saf kalplilikle- çırpınıp durmuşlardır. Şimdi o beyitlere bakanlar rind ile zahidi kanlı bıçaklı sanabilirler. Çünkü zevk ehli olup dünya nimetlerine sırt çevirmeyen pek çok şairin kendilerine günah fikrini hatırlatan her kişiye "zahid" damgası vurmaları gayet kolay idi. Üstelik kendisine günahı hatırlatan adam da kamil bir mümin olmayıp eksiklerle (mevki ve makam hırsı, sakal-cübbe kaygısı, dış görünüşe önem verme, cenneti anlatmaktan ziyade cehennem ile korkutma vs.) doluydu. Sonuçta rind şair, dinin kurallarına uymakla birlikte riyakârlığı her halinde ortaya dökülen miskin ve zavallı bir adamın imanını taşımak yerine kendini açıkça ortaya koyarak "İç bade, güzel sev, var ise akl u şuurun" makamında pervasızca bağırmayı yeğledi. Tabii iş bununla kalmadı; ötekinin eksikli olması, berikinin sesini yükseltmesine de daima fırsat tanıyordu. Artık dünyaya itibar etmediğinden, olayları gönül gözüyle görüp değerlendirdiğinden, her türlü baskıya karşı çıktığından, disiplin ve kural tanımadığından, bütün bunları da yenilikçilik, ilerleme ve hoşgörü adına yaptığından bahisle herkesi kendisine imrendirmekten geri durmadı. O kadar ki, bu sahte tavır, zamanla dinin kurallarına uymamayı telkine kadar (Harabat ehline duzah azabın anma ey zâhid) vardı. Hatta dinin emrettiği zekatın içki cinsinden verildiği, veya illa zekat verilecekse içkinin de zekatının verildiği diyarlara gitmeye özenildi (Zekat-ı mey verilir bir diyare dek gideriz).
Bütün bunlar olurken rind hep aktif idi; elinde kalem, iletişim kuruyor, anlatıyor, yazıyor, insanları öyle etkiliyordu. Zahid ise hep sünepe idi; büyük bir cahillik içinde yalnızca din kitaplarına gömülmüştü ve başını kaldırıp çevresinde dönen oyunları görebilecek durumda değildi.
Rindler ve zahidler gökkubbenin altından hiç kaybolmadılar!.. Biri hâlâ Ömer Hayyam, diğeri hâlâ Cinci Hoca rolünde... Ve toplum vicdanı, kalem ve iletişime sahip rol modellerin sahteliğini idrak etmediği sürece zahid daha çooook dayak yer!..
Semender
Klasik şiirimizde rindlik düşüncesini anlatan sayısız beyit bulunabilir, hemen her şairin farklı bir rindlik tanımı olduğunu anlayabilirsiniz. Bana göre en isabetli tanımlardan biri Muallim Naci'nin şu beytinde gizlidir:
Hayli dem pûşîde oldun ben gibi bir âteşe
Ey abâ-pûşum semendersin ki sûzân olmadın
Şöyle demek olur: Ey sırtı abalı dolaşan! Sen mutlaka semender olmalısın!.. Çünkü benim gibi birinin ateşine nice zamandır örtü durumundasın (benim sana olan aşk ateşimi gizleyip bilmezden geliyorsun)
Şöyle de demek olur: Ey sırtı abalı dolaşan! Nice zamandır benim gibi bir ateş topuna yakınsın (benim ateşimi taşıyorsun), ama yanmıyorsun!.. Yoksa semender dedikleri sen olmayasın?!..
Burada rind, "aba-pûş (abaya bürünüp kendini gizleyen)" kelimesinde gizlidir. Çünkü bütün düşüncelerini, bütün görüntüsünü, bütün fikirlerini örtüp kendine saklayarak dünyayı hiçe sayan rind, bir aba içinde yaşar. O aba onun için bir zırhtır ve dünya ile alakasını (dünya nimetlerine düşkünlüğü) keser. Rindin o zırhında (abasında) gerektiğinde bir ateşi örtecek manevi güç vardır. O güçten dolayıdır ki parmakla gösterilip imrenilir.
Beyit şiirsel anlamıyla, bizim dikkatimizi iki hususa çeker: İlki, şairin aşktan dolayı salt bir ateşe dönüştüğü (çünkü bu derece şiddetli ateş ancak o derece güzel bir sevgili uğruna yanmakla olur), ikincisi de semenderin bir aba ile ateşi kuşatıp kendini koruduğudur. Semender (batıda salamandr), ateşe girdiğinde bir sıvı salgıladığı için yanmayan, denize girdiğinde de batmayan efsanevi bir hayvan imiş. Güya salgıladığı sıvı bir zırh, bir aba gibi bedenini kaplar ve temas ettiği ateşten etkilenmezmiş.