C
cendere
Ziyaretçi
“Bu tablodan etkilenmemek için ‘taş kalpli’ olmak lâzım” dedim.
Yakınımda bulunan bir arkadaş “ya da taş kafalı” diye ekledi.
Gerçekten dün gece İstanbul Gösteri Merkezi’nde ortaya konulan samimi performans, bu coğrafyada yaşayan, bu ülkeyi seven, istisnasız herkesin duygularını ayağa kaldıracak türdendi.
Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik bunu “gözlerimizi yaşartan, kalplerimizi kabartan” şeklinde, veciz bir ifadeyle izah etti.
Öyle güzel bir görüntüydü ki sahneye konan, içinde her şey vardı.
Müzik.. edebiyat.. görsel sanatlar.. her şey, ama her şey.
Fakat ortaya konulan performansı, insanlar üzerinde bu denli etkili kılan şey, sanıyorum gösterilerin içindeki samimiyetti.
O samimiyet, Erkan Çağıl Abi'ye verilen ‘Vefa ödülü’ esnasında, iyice somutlaştı ve binlerce kişilik salonda tarifi imkansız bir hava oluştu.
Ve o hava Çağıl’ın eşi Arzu Hanım’ın iki yavrusuyla birlikte sahneye geldiği an, göz yaşı sağnağı olarak şıpır şıpır gözlerden dökülmeye başladı.
Herkes ağlıyordu salonda.
Ünlü ünsüz, tanıdık tanımadık herkes.
Hakan Şükür ağlıyordu..
Ömer Lütfi Mete ağlıyordu..
Murat Birsel ağlıyordu..
Kimileri –inşallah- cennete giden Erkan Çağıl Abi’ye ve geride kalan gözü yaşlı ailesine ağlıyordu.
Ama bazıları sadece Erkan Abi’ye ve yâdigarlarına değil, yarım asırlık bir gayretin, sevinç-hüzün karışık hikayesine göz yaşı döküyorlardı.
Ailesine -izin alamaz endişesiyle- “Avrupa’ya gidiyoruz” diyerek, Gine’ye giden ve orada vefat eden gencecik geline..
Öğrencisini kurtarmak için nehre atlayıp, orada hayatını kaybeden delikanlı öğretmene..
Ülkesindeki işini bırakıp uzaklara yatırım yapan ve gittiği yerde mafyanın kurbanı olan esnaf Abi’ye..
Ve daha binlerce, on binlerce 'anlatılsa inanılmaz' hikayeye ağlıyordu bazıları.
***
Bir de bu şanlı destanı yeryüzüne armağan eden ve en sevdiği yerden, Türkiye’den, yıllardır uzakta yaşamak zorunda kalan ‘sevgiliye’ ağlıyorlardı.
***
Dün akşam biz yaklaşık üç saatlik bir program seyrettik.
Ama o üç kısacık saatin arkasında, onlarca yıllık bitip tükenmeyen, insanüstü bir gayret var.
Çoğu zaman kıymeti bilinmeyen, alkışlanmak şöyle dursun, en insafsız eleştirilere, saldırılara maruz kalan sıra dışı bir gayret.
Hoş, alkışlanmayı bekleyen de yok ya.
Gölge etmeseler yeter.
Neyse, bugün sitem günü değil.
Ondan dolayı bu faslı kısa kesiyorum.
Bugün bayram günü.
Bugün yıllardır hamasi nutuklarla olduğu yerde saymış bir milletin, laf-ı güzafı bırakıp, artık dünya sahnesinde var olduğunu gösterme günü.
Eğer bir şekilde bu bayrama iştirak edemdiyseniz, hatta televizyon başında bile paylaşamadıysanız bu mutluluğu, ne olur bir DVD kaydına ulaşmaya çalışın.
Yoksa yeni dünyanın ‘yeni Türkiye vizyonundan’ uzak kalırsınız.
Geride kalırsınız.
(özellikle gesi bağlarını ...)
http://www.samanyoluhaber.com/haber-103895.html
Yakınımda bulunan bir arkadaş “ya da taş kafalı” diye ekledi.
Gerçekten dün gece İstanbul Gösteri Merkezi’nde ortaya konulan samimi performans, bu coğrafyada yaşayan, bu ülkeyi seven, istisnasız herkesin duygularını ayağa kaldıracak türdendi.
Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik bunu “gözlerimizi yaşartan, kalplerimizi kabartan” şeklinde, veciz bir ifadeyle izah etti.
Öyle güzel bir görüntüydü ki sahneye konan, içinde her şey vardı.
Müzik.. edebiyat.. görsel sanatlar.. her şey, ama her şey.
Fakat ortaya konulan performansı, insanlar üzerinde bu denli etkili kılan şey, sanıyorum gösterilerin içindeki samimiyetti.
O samimiyet, Erkan Çağıl Abi'ye verilen ‘Vefa ödülü’ esnasında, iyice somutlaştı ve binlerce kişilik salonda tarifi imkansız bir hava oluştu.
Ve o hava Çağıl’ın eşi Arzu Hanım’ın iki yavrusuyla birlikte sahneye geldiği an, göz yaşı sağnağı olarak şıpır şıpır gözlerden dökülmeye başladı.
Herkes ağlıyordu salonda.
Ünlü ünsüz, tanıdık tanımadık herkes.
Hakan Şükür ağlıyordu..
Ömer Lütfi Mete ağlıyordu..
Murat Birsel ağlıyordu..
Kimileri –inşallah- cennete giden Erkan Çağıl Abi’ye ve geride kalan gözü yaşlı ailesine ağlıyordu.
Ama bazıları sadece Erkan Abi’ye ve yâdigarlarına değil, yarım asırlık bir gayretin, sevinç-hüzün karışık hikayesine göz yaşı döküyorlardı.
Ailesine -izin alamaz endişesiyle- “Avrupa’ya gidiyoruz” diyerek, Gine’ye giden ve orada vefat eden gencecik geline..
Öğrencisini kurtarmak için nehre atlayıp, orada hayatını kaybeden delikanlı öğretmene..
Ülkesindeki işini bırakıp uzaklara yatırım yapan ve gittiği yerde mafyanın kurbanı olan esnaf Abi’ye..
Ve daha binlerce, on binlerce 'anlatılsa inanılmaz' hikayeye ağlıyordu bazıları.
***
Bir de bu şanlı destanı yeryüzüne armağan eden ve en sevdiği yerden, Türkiye’den, yıllardır uzakta yaşamak zorunda kalan ‘sevgiliye’ ağlıyorlardı.
***
Dün akşam biz yaklaşık üç saatlik bir program seyrettik.
Ama o üç kısacık saatin arkasında, onlarca yıllık bitip tükenmeyen, insanüstü bir gayret var.
Çoğu zaman kıymeti bilinmeyen, alkışlanmak şöyle dursun, en insafsız eleştirilere, saldırılara maruz kalan sıra dışı bir gayret.
Hoş, alkışlanmayı bekleyen de yok ya.
Gölge etmeseler yeter.
Neyse, bugün sitem günü değil.
Ondan dolayı bu faslı kısa kesiyorum.
Bugün bayram günü.
Bugün yıllardır hamasi nutuklarla olduğu yerde saymış bir milletin, laf-ı güzafı bırakıp, artık dünya sahnesinde var olduğunu gösterme günü.
Eğer bir şekilde bu bayrama iştirak edemdiyseniz, hatta televizyon başında bile paylaşamadıysanız bu mutluluğu, ne olur bir DVD kaydına ulaşmaya çalışın.
Yoksa yeni dünyanın ‘yeni Türkiye vizyonundan’ uzak kalırsınız.
Geride kalırsınız.
(özellikle gesi bağlarını ...)
http://www.samanyoluhaber.com/haber-103895.html