C
cendere
Ziyaretçi
Biz buralı değiliz; bu kadarına da razı değiliz. Babamızın doğduğu yer cennettir. "Cennetli" olanlar "cennetli/k" olmak için de çalışmalı değil mi?
***
Bugün, bugüne kadar yaşadığın günlerden bir gün değildir. Bugüne kadar yaşadığın günlerin tanışıklıkları, alışkanlıkları, özlemleri, beklentileri, lezzetleri, birikimleri üzerine özenle kondurulmuştur. Çok günler görmüş olman bugünü sıradan bir gün etmiyor; aksine uzun uzun hazırlanmış bir gün eyliyor. Kaç gün yaşamış olursan ol, içinde yaşadığın her "bugün", bütün "dün"lerin hepsinin üzerine kondurulmuş bir "taç gün"dür. Dedikleri doğru; annen seni "bugün" için doğurmuş. Kaç gün yaşamış olursan ol, hepsi !taç gün"dü.
***
Görünmezdin bir zamanlar. Seni O gördü. Görünmediğini bile göremezdin. Seni O görünür kıldı. Görmediğini bile göremezdin. Seni O görür kıldı. Şimdi hiç yokken gördüğü Seni hep var olan Zatını görmeye çağırıyor. Şimdi hiç kimsenin görmediği seni, hep gören, görünmeyeni gören, görmeyeni gören, görmediğini bile görmeyenin görmesi gerektiğini gören O Allah, Kendi Görmesine tanık olmaya çağırıyor. Görünmeyen, görünmemesi kimsenin gözüne görünmeyecek olan seni, baştan beri gören, kimse görmese de görünen Zatına görgü tanığı eylemekle şereflendiriyor. “Eşhedü…/Tanıklık ederim ki…” dediğinde, nasıl da onurlandırıldığını fark ettin mi?
***
Zâhirdir O Allah ki, ışığın gözleri kamaşır nuruyla.. Yüzü kızarmıştır ışığın, görünen ve gösteren sayılıyor diye... Bâtındır Allah ki, perdeler utanır gizlediğiyle... Karalıkların yüzü karadır, O’nun nazarından saklanıyor sanıldı diye.
***
Göz körlüğü olduğu gibi gönül körlüğü de olur. Gözleri kör olan nasıl elinin en yakınındaki cam parçasını alır, ama az ötedeki elmas da olsa almayı aklına bile getiremezse, gönlü kör olan da eline hemen geçen dünyaya razı olur, ötedeki ahireti unutur. Hatta unuttuğunu unutacak kadar da unutkandır. Hatta neyi kaybettiğini bilmeyecek kadar kayıptadır. Oysa, “sonraki öncekinden hayırlıdır.”
***
"Ölüden diriyi çıkartır O... " Ölüden diriyi çıkartanın, en azından ölünün yüzüne bakması gerek, değil mi? Yüzüne bakılacak haldeyken bile yüzüne bakamadığımız ölünün, bakılacak yüzü olmadığı halde bile yüzüne bakan O, hatırını sayan O. En yakınımız olduğu halde bile, çürümeye terk ettiğimiz, arkamızı döndüğümüz ölümüzü, rahmetinin kucağında ağırlayan, hiç terk etmeyen, asla unutmayan, yüzüne bakıp da diriltmeye değer gören O. Kimseden ümidin kesmez ki O. Terk edilmiş, soyu kesilmiş, ağlayanı kalmamış, ismi unutulmuş, yüzüne bakılmaz olmuş bir ölü bile O’nun için ebedî hayata aday olmayı hak edecek kadar değerli. “İş çıkmaz bundan…” deyip de kenara atmıyor. “Yapılacak bir şey yok maalesef; morga kaldırın” diye gözden çıkarmıyor. Öyleyse, öleceksen bile O'nun ölüsü ol, O'nun için öl... Oldu olacak, O’nun için ol. Ölü olsan bile el üstünde tutuyor seni. Allah’ın ölüsü olmak bile sonsuz dirilişin eşiğine getiriyor seni. Allah'ın ölüsü olmaz. O'nun ölüsü bile bunca diri ise, O'nun diri tuttukları neden bunca ölü?
***
Dostlarımızın hatırlısı için neler neler terk ederiz? Uykumuzu terk ederiz meselâ... Sabaha kadar uyanık kalırız, o istedi diye. Sevdiğimiz için şehrimizi terk ederiz. Arkamızı döneriz çocukluğumuzun sokağına. Yabancı oluruz aşina kasabımıza. Uğrunda bir şeyler terk edilmeye lâyık en sahici Dost; hatırına her şeyden yüz çevirmeyi en çok hak eden Sevgili, Mevlamız, Rabb-i Rahimimiz değil mi? Onun hatırına haramların hepsine tekme. Onun uğrunda, O işitmezmiş sandığımız demlerde, O görmezmiş sandığımız köşelerde söylediğimiz savruk sözlere, umduğumuz riyalı bakışlara, avunduğumuz gıybetlere elveda.... Gıybet etmemek, imanın şartıymış gibi geliyor bana...
***
Eskiyebilir eşyalarla yüz yüze, eksildikçe eksilen bir cesetle koyun koyuna yaşıyoruz. İçinde oturduğumuz ev, virane (olmaya yazgılı). Soluduğumuz hava örümcek ağlarının arasından süzülüp geliyor. Yaşadığımız mahalle metruk ve harab (olası). Tutunduklarımız çoktan çürümüş (gelecektekilerin gözünde). Yürüdüğümüz merdivenler çoktan çökmüş (torunlarımızın hatıralarında). Yüzümüz eski soluk bir resimden ibaret (yüzyıl sonrasının sokaklarında). Üzerimizdeki çatı toprak (olacak). Bize “şimdi”lik düşen yeniler ve tazeler, daha uzun zamanların, daha geniş vakitlerin eskisi, köhnesi, ölmüşü, terk edilmişi. Hep tarihin içinde yaşıyoruz yani. Başkaları bizim ölmüşümüzse şimdi, başkalarının “şimdi”sinde de çoktan ölmüşüz biz. “Günler ara[m]ızda dolaştırılıyor.” SENAİ DEMİRCİ
***
Bugün, bugüne kadar yaşadığın günlerden bir gün değildir. Bugüne kadar yaşadığın günlerin tanışıklıkları, alışkanlıkları, özlemleri, beklentileri, lezzetleri, birikimleri üzerine özenle kondurulmuştur. Çok günler görmüş olman bugünü sıradan bir gün etmiyor; aksine uzun uzun hazırlanmış bir gün eyliyor. Kaç gün yaşamış olursan ol, içinde yaşadığın her "bugün", bütün "dün"lerin hepsinin üzerine kondurulmuş bir "taç gün"dür. Dedikleri doğru; annen seni "bugün" için doğurmuş. Kaç gün yaşamış olursan ol, hepsi !taç gün"dü.
***
Görünmezdin bir zamanlar. Seni O gördü. Görünmediğini bile göremezdin. Seni O görünür kıldı. Görmediğini bile göremezdin. Seni O görür kıldı. Şimdi hiç yokken gördüğü Seni hep var olan Zatını görmeye çağırıyor. Şimdi hiç kimsenin görmediği seni, hep gören, görünmeyeni gören, görmeyeni gören, görmediğini bile görmeyenin görmesi gerektiğini gören O Allah, Kendi Görmesine tanık olmaya çağırıyor. Görünmeyen, görünmemesi kimsenin gözüne görünmeyecek olan seni, baştan beri gören, kimse görmese de görünen Zatına görgü tanığı eylemekle şereflendiriyor. “Eşhedü…/Tanıklık ederim ki…” dediğinde, nasıl da onurlandırıldığını fark ettin mi?
***
Zâhirdir O Allah ki, ışığın gözleri kamaşır nuruyla.. Yüzü kızarmıştır ışığın, görünen ve gösteren sayılıyor diye... Bâtındır Allah ki, perdeler utanır gizlediğiyle... Karalıkların yüzü karadır, O’nun nazarından saklanıyor sanıldı diye.
***
Göz körlüğü olduğu gibi gönül körlüğü de olur. Gözleri kör olan nasıl elinin en yakınındaki cam parçasını alır, ama az ötedeki elmas da olsa almayı aklına bile getiremezse, gönlü kör olan da eline hemen geçen dünyaya razı olur, ötedeki ahireti unutur. Hatta unuttuğunu unutacak kadar da unutkandır. Hatta neyi kaybettiğini bilmeyecek kadar kayıptadır. Oysa, “sonraki öncekinden hayırlıdır.”
***
"Ölüden diriyi çıkartır O... " Ölüden diriyi çıkartanın, en azından ölünün yüzüne bakması gerek, değil mi? Yüzüne bakılacak haldeyken bile yüzüne bakamadığımız ölünün, bakılacak yüzü olmadığı halde bile yüzüne bakan O, hatırını sayan O. En yakınımız olduğu halde bile, çürümeye terk ettiğimiz, arkamızı döndüğümüz ölümüzü, rahmetinin kucağında ağırlayan, hiç terk etmeyen, asla unutmayan, yüzüne bakıp da diriltmeye değer gören O. Kimseden ümidin kesmez ki O. Terk edilmiş, soyu kesilmiş, ağlayanı kalmamış, ismi unutulmuş, yüzüne bakılmaz olmuş bir ölü bile O’nun için ebedî hayata aday olmayı hak edecek kadar değerli. “İş çıkmaz bundan…” deyip de kenara atmıyor. “Yapılacak bir şey yok maalesef; morga kaldırın” diye gözden çıkarmıyor. Öyleyse, öleceksen bile O'nun ölüsü ol, O'nun için öl... Oldu olacak, O’nun için ol. Ölü olsan bile el üstünde tutuyor seni. Allah’ın ölüsü olmak bile sonsuz dirilişin eşiğine getiriyor seni. Allah'ın ölüsü olmaz. O'nun ölüsü bile bunca diri ise, O'nun diri tuttukları neden bunca ölü?
***
Dostlarımızın hatırlısı için neler neler terk ederiz? Uykumuzu terk ederiz meselâ... Sabaha kadar uyanık kalırız, o istedi diye. Sevdiğimiz için şehrimizi terk ederiz. Arkamızı döneriz çocukluğumuzun sokağına. Yabancı oluruz aşina kasabımıza. Uğrunda bir şeyler terk edilmeye lâyık en sahici Dost; hatırına her şeyden yüz çevirmeyi en çok hak eden Sevgili, Mevlamız, Rabb-i Rahimimiz değil mi? Onun hatırına haramların hepsine tekme. Onun uğrunda, O işitmezmiş sandığımız demlerde, O görmezmiş sandığımız köşelerde söylediğimiz savruk sözlere, umduğumuz riyalı bakışlara, avunduğumuz gıybetlere elveda.... Gıybet etmemek, imanın şartıymış gibi geliyor bana...
***
Eskiyebilir eşyalarla yüz yüze, eksildikçe eksilen bir cesetle koyun koyuna yaşıyoruz. İçinde oturduğumuz ev, virane (olmaya yazgılı). Soluduğumuz hava örümcek ağlarının arasından süzülüp geliyor. Yaşadığımız mahalle metruk ve harab (olası). Tutunduklarımız çoktan çürümüş (gelecektekilerin gözünde). Yürüdüğümüz merdivenler çoktan çökmüş (torunlarımızın hatıralarında). Yüzümüz eski soluk bir resimden ibaret (yüzyıl sonrasının sokaklarında). Üzerimizdeki çatı toprak (olacak). Bize “şimdi”lik düşen yeniler ve tazeler, daha uzun zamanların, daha geniş vakitlerin eskisi, köhnesi, ölmüşü, terk edilmişi. Hep tarihin içinde yaşıyoruz yani. Başkaları bizim ölmüşümüzse şimdi, başkalarının “şimdi”sinde de çoktan ölmüşüz biz. “Günler ara[m]ızda dolaştırılıyor.” SENAİ DEMİRCİ