C
cendere
Ziyaretçi
Kendi devletinin esir aldığı bir ülke burası. İnsanlar hiç bitmeyen bir zulmü yaşayıp duruyor.
Küçük bir grubun dışında kendisine “eşit bir vatandaşmış” gibi davranılan kimse yok.
Kürtler, Kürt oldukları için ezilirler, horlanırlar, aşağılanırlar, işkencelerden geçerler, öldürülürler.
Anadillerini çocuklarına öğretemezler.
Sürekli gözetlenirler, polis peşlerinden ayrılmaz.
Aleviler, son zamanlarda düzenin sarsılmaz bekçiliğine ve tutuculuğa kaymış olsalar da, devletin darbesini en çok yiyenlerdendir.
Çocuklarına zorla başka bir mezhebin dini öğretilir.
Devlet kadrolarında yükselmelerine çok fazla izin verilmez.
İbadethaneleri, devlet tarafından ibadethane kabul edilmez.
Diyanet İşleri’ne alınmazlar.
Sünni dindarlar ise, ibadetlerini açıkça yerine getirdiklerinde devletin önemli birimlerinde iş bulamazlar.
Orduda görevlilerse “ihraç” edilirler.
Dışişleri Bakanlığı’na alınmazlar.
Kızları istediği gibi giyinemez, giyinirlerse üniversitelere sokulmazlar.
Dindar devlet görevlileri sürekli fişlenirler.
Solcular zaten evvel eski devlet tarafından “düşman” kabul edilirler.
Marksizm okullarda okutulmaz.
Marksist öğretim görevlileri sürekli takibe uğrar.
Marksizmi açıkça savunanlar devlet dairelerinde asla iş bulamazlar.
Ermeniler geçmişlerinden söz edemezler.
Gayrimüslimlerin hepsi vatandaşı oldukları ülkede resmen “yabancı” kabul edilirler.
Bu insanların tamamı bir tür “esir” muamelesi görürler kendi vatanlarında.
Sanki burası onlar için bir esir kampıdır ve bu kampın kuralları vardır.
Türk devleti, bugün CHP’de billurlaşan bir insan türünü “gerçek vatandaş” olarak kabul eder.
Türk olacak, Sünni olacak, Atatürkçü olacak.
Düzenli ibadet etmeyecek.
Başka dinden ya da mezhepten olmayacak.
Başka ırktan olmayacak, olsa da o ırktan olduğunu açıkça söylemeyecek.
Türkiye’nin dünyanın bir parçası olduğunu kabul etmeyecek.
Devletçi bir ekonomiye inanacak.
Ordunun siyasete müdahalesini destekleyecek.
Yakın tarihimiz konusunda hiçbir kuşku taşımayacak.
Tarih kitaplarında ne yazıyorsa “gerçek” olarak onu benimseyecek.
Böyle baktığınızda, Türk devletinin “gerçek vatandaş” olarak gördükleri taş çatlasa bu toplumun yüzde yirmisini geçmez.
Küçük bir “azınlık” devleti ele geçirmiştir.
Çoğunluğu ezerek iktidarlarını sürdürmeleri için iki şeye ihtiyaçları vardır.
Silaha...
Ki, bu ordu demektir.
Bir de, ezilenleri kendi içlerinde gruplara bölüp onları birbirilerine düşman etmeye.
Bu ikisini de başarıyla gerçekleştirmişlerdir.
Ordu, o “azınlığı” savunmak için hep siyasetin içindedir.
Ezilenler de kendi aralarında parçalara ayrılıp birbirilerine düşmanlaşmışlardır.
Kürtler, dindar Sünniler, Aleviler ve solcular bir türlü biraraya gelemezler.
Birbirilerinden kuşkulanırlar.
Hatta birbirilerine kızarlar.
Birbirileri hakkındaki bu duygular neredeyse hayatlarının bir parçası haline gelmiştir.
Herkesin “eşit ve özgür” olacağı bir ülke için el ele vermeleri gerektiğine bir türlü inanmazlar.
Bunu önerenlere de kızarlar.
Bunun en inanılmaz kısmı ise, bütün bu ezilenlerin “bilinçaltına”, ezenlerin ideolojisinin sızmış olmasıdır, birbirilerine olan kızgınlıklarında, kuşkularında aynen “ezen efendilerin” ses tonu vardır.
Dindarları aşağılayan “solcuları” dinlediğinizde, Alevilere kızan Sünnileri dinlediğinizde, Sünnileri düşman gören Alevileri dinlediğinizde, “türban” konusunda Kürtleri dinlediğinizde, “Ermeni meselesinde” hepsini birden dinlediğinizde, aslında CHP’nin ve generallerin sesini duyarsınız.
Bu sesi nedense bir türlü içlerinden temizleyemezler.
Sanki bu esirlerinin hepsinin ruhlarının bir yanı “efendilerine” aittir, onların sesini taşır.
Hepsi sanki “devletin” parçasıdır.
Bütün bu “ezilenler” içlerindeki o “sesten”, içlerindeki o “generalden” arınamadıkça “ezilmekten” kurtulamazlar.
Bir azınlık tarafından yönetilirler.
Halbuki biraz zekâ, biraz cesaret, biraz zihinsel gayretle yeni bir ülke kurmak mümkün burada.
Azınlığın sultasından kurtulmak mümkün.
Yeter ki ezilenler bunu istesinler ve bu istek etrafında birleşsinler.
AHMET ALTAN - TARAF
Küçük bir grubun dışında kendisine “eşit bir vatandaşmış” gibi davranılan kimse yok.
Kürtler, Kürt oldukları için ezilirler, horlanırlar, aşağılanırlar, işkencelerden geçerler, öldürülürler.
Anadillerini çocuklarına öğretemezler.
Sürekli gözetlenirler, polis peşlerinden ayrılmaz.
Aleviler, son zamanlarda düzenin sarsılmaz bekçiliğine ve tutuculuğa kaymış olsalar da, devletin darbesini en çok yiyenlerdendir.
Çocuklarına zorla başka bir mezhebin dini öğretilir.
Devlet kadrolarında yükselmelerine çok fazla izin verilmez.
İbadethaneleri, devlet tarafından ibadethane kabul edilmez.
Diyanet İşleri’ne alınmazlar.
Sünni dindarlar ise, ibadetlerini açıkça yerine getirdiklerinde devletin önemli birimlerinde iş bulamazlar.
Orduda görevlilerse “ihraç” edilirler.
Dışişleri Bakanlığı’na alınmazlar.
Kızları istediği gibi giyinemez, giyinirlerse üniversitelere sokulmazlar.
Dindar devlet görevlileri sürekli fişlenirler.
Solcular zaten evvel eski devlet tarafından “düşman” kabul edilirler.
Marksizm okullarda okutulmaz.
Marksist öğretim görevlileri sürekli takibe uğrar.
Marksizmi açıkça savunanlar devlet dairelerinde asla iş bulamazlar.
Ermeniler geçmişlerinden söz edemezler.
Gayrimüslimlerin hepsi vatandaşı oldukları ülkede resmen “yabancı” kabul edilirler.
Bu insanların tamamı bir tür “esir” muamelesi görürler kendi vatanlarında.
Sanki burası onlar için bir esir kampıdır ve bu kampın kuralları vardır.
Türk devleti, bugün CHP’de billurlaşan bir insan türünü “gerçek vatandaş” olarak kabul eder.
Türk olacak, Sünni olacak, Atatürkçü olacak.
Düzenli ibadet etmeyecek.
Başka dinden ya da mezhepten olmayacak.
Başka ırktan olmayacak, olsa da o ırktan olduğunu açıkça söylemeyecek.
Türkiye’nin dünyanın bir parçası olduğunu kabul etmeyecek.
Devletçi bir ekonomiye inanacak.
Ordunun siyasete müdahalesini destekleyecek.
Yakın tarihimiz konusunda hiçbir kuşku taşımayacak.
Tarih kitaplarında ne yazıyorsa “gerçek” olarak onu benimseyecek.
Böyle baktığınızda, Türk devletinin “gerçek vatandaş” olarak gördükleri taş çatlasa bu toplumun yüzde yirmisini geçmez.
Küçük bir “azınlık” devleti ele geçirmiştir.
Çoğunluğu ezerek iktidarlarını sürdürmeleri için iki şeye ihtiyaçları vardır.
Silaha...
Ki, bu ordu demektir.
Bir de, ezilenleri kendi içlerinde gruplara bölüp onları birbirilerine düşman etmeye.
Bu ikisini de başarıyla gerçekleştirmişlerdir.
Ordu, o “azınlığı” savunmak için hep siyasetin içindedir.
Ezilenler de kendi aralarında parçalara ayrılıp birbirilerine düşmanlaşmışlardır.
Kürtler, dindar Sünniler, Aleviler ve solcular bir türlü biraraya gelemezler.
Birbirilerinden kuşkulanırlar.
Hatta birbirilerine kızarlar.
Birbirileri hakkındaki bu duygular neredeyse hayatlarının bir parçası haline gelmiştir.
Herkesin “eşit ve özgür” olacağı bir ülke için el ele vermeleri gerektiğine bir türlü inanmazlar.
Bunu önerenlere de kızarlar.
Bunun en inanılmaz kısmı ise, bütün bu ezilenlerin “bilinçaltına”, ezenlerin ideolojisinin sızmış olmasıdır, birbirilerine olan kızgınlıklarında, kuşkularında aynen “ezen efendilerin” ses tonu vardır.
Dindarları aşağılayan “solcuları” dinlediğinizde, Alevilere kızan Sünnileri dinlediğinizde, Sünnileri düşman gören Alevileri dinlediğinizde, “türban” konusunda Kürtleri dinlediğinizde, “Ermeni meselesinde” hepsini birden dinlediğinizde, aslında CHP’nin ve generallerin sesini duyarsınız.
Bu sesi nedense bir türlü içlerinden temizleyemezler.
Sanki bu esirlerinin hepsinin ruhlarının bir yanı “efendilerine” aittir, onların sesini taşır.
Hepsi sanki “devletin” parçasıdır.
Bütün bu “ezilenler” içlerindeki o “sesten”, içlerindeki o “generalden” arınamadıkça “ezilmekten” kurtulamazlar.
Bir azınlık tarafından yönetilirler.
Halbuki biraz zekâ, biraz cesaret, biraz zihinsel gayretle yeni bir ülke kurmak mümkün burada.
Azınlığın sultasından kurtulmak mümkün.
Yeter ki ezilenler bunu istesinler ve bu istek etrafında birleşsinler.
AHMET ALTAN - TARAF