B
bilge_66
Ziyaretçi
İNSAN AKLININ TEMEL DİREKLERİNDEN BİRİ DE ''HAFIZA''DIR...
Turgut Özal Cumhurbaşkanıydı.
İstanbul'un büyük otellerinden birinin balo salonunda, çoğunluğu muhafazakar ve hatta mukaddesatçı olan bir topluluğa hitaben konuşuyordu.
Değişimi anlatıyor, bunun Türkiye'deki ve dünyadaki yansımalarını yorumluyordu.
Konuşmasının sonunda salondakiler Özal'a sorular yöneltmeye başladılar.
Bunlardan biri, Özal'ı ağır bir dille suçladı:
- Siz Türkiye'de ahlakı yıktınız. Bazı özel televizyonlar sabaha kadar seks yayını yapıyor. Bunun sorumlusu sizsiniz, dedi.
Kürsüden şöyle bir baktı Özal. Sonra öfkeyle konuştu:
- Be adam... Allah sana bir beyin vermiş ve bu beyinle sınırsız düşünce ufukları açabiliyorsun. Beynine yasaklar, sınırlar koymamış. Televizyonları seyrederken, elinde bir de uzaktan kumanda cihazı var. Eğer bazı yayınları beğenmiyorsan, düğmeye basar, kanalı değiştirirsin. Ama anladığım kadarı ile sen o beğenmediğin yayınlara takılı kalıyorsun. Allah sana beyin vererek düşünce ve seçme hürriyeti tanımış. Şimdi sen kul olarak yasakçılık öneriyorsun.
Rahmetli Özal özetle bunları söylemişti o kişiye. Adam da utanıp yerine otururken, salondakiler Özal'ı alkışlamışlardı.
Çoğunluk ve hoşgörü
Dünyaya ve olaylara bu açıdan bakmak tabii ki herkes için mümkün değildir.
"Çoğunluk", herkesin kendileri gibi olmasını, kendileri gibi düşünmesini ister.
Başbakan Erdoğan'ın AK Partilileri Doğan Medyası gazetelerini boykot etmeye çağırması da, sözünü ettiğimiz "Çoğunluk"a özgü davranışlardan biri değil mi?
Türkiye'de çeşitli kesimlerin, laikçi ve dinci cemaatlerin de bu tür medyaya dönük boykotları olduğunu bilmiyor muyuz?
Bugün Başbakan'ın boykot çağrısına hedef olan medya grubu gazetelerin, rakiplerini "Yandaş medya", "Dinci medya" diye kategorize ettiklerini, siyasi yelpazenin üzerinde olması gereken kamu kurumlarının "Akreditasyon" uygulaması ile medyaya dönük boykotlar yaptıklarını, daha da ötesi Batı Çalışma Grubu'nun "Andıç"larını sorgusuz sualsiz kullanan gazetelerin, meslektaşlarını hedefe oturttuklarını unuttuk mu?
Tabii ki bir Başbakanın bir medya grubunu hedef alıp, taraftarlarını boykota davet etmesinin savunulacak yanı yok.
Sabah hedefteydi
Ama ilk kez mi bir siyasetçi, bir medya grubunu hedefe oturtuyor?
O zaman ANAP Genel Başkanı olan Mesut Yılmaz, 21 Ekim 1995'te Star'daki "Kırmızı Koltuk"ta yaptığı konuşmada, o dönemin Bilgin Medyası ve Sabah gazetesi ile Çiller Hükümeti arasındaki ilişkilere değinip, şöyle dememiş miydi?
- Bugün medya, halkın menfaatlerini koruyan değil, tam tersine, bir bölüm medyayı kastediyorum, örnek veriyorum, Sabah'ı özellikle kastediyorum. Halkın sıkıntılarını dile getiren değil, halkın dertlerine tercüman olan değil, tam tersine halkın, Türkiye'de olup bitenleri anlamasını engellemeye çalışan, halkın iktidar hakkında, gerçekçi, sağduyulu bir değerlendirme yapması önünde engel teşkil eden bir unsur haline gelmiştir. Demokrasimizin bugün en önemli sorunlarından birisi, işte bu bir bölüm medyadır, satılmış medyadır. Hep bir bölüm medyayı kastediyorum. Bunun belgeleri var elimizde.
Kartel medyası
Sonra neler olduğunu ve Yılmaz'ın atanmış Başbakanlığında Sabah'çıların ve tüm kartel medyasının 28 Şubat iktidarı ile nasıl yoldaş olduklarını da biliyoruz.
Yani yanlışları vurgularken, asla bunlar "Dünya tarihinin ilkleri" diye sunulmamalı. Muhalifler de iktidar sahipleri de, tartışmasız teslimiyet isterler.
Hatırlayın Tek Parti CHP'nin organı Hakimiyeti Milliye'nin (sonra Ulus olacaktır) 1930 yılı 29 Teşrinisani (Kasım) günü yayınlanan Falih Rıfkı imzalı başyazısını...
Unutmayın ki bundan 12 gün önce Serbest Fırka kapatılmıştır.
Falih Rıfkı (Atay) CHP'nin görüşü olarak şunları yazar:
- Hiç şüphe etmeyiniz, bütün bu muhalif gazeteciler, hepsi bir kelime ile alçaktır. Balkanlar'dan Amerika'nın öbür ucuna kadar böyle mahluklar, casus ve baba katili gibi en iğrenç mücrimlerle bir sıraya konulur ve şahsi hürriyetleri bile kendi ellerine teslim edilemez. Biz ise gazete denilen müesseseyi teslim etmişiz.
Turgut Özal Cumhurbaşkanıydı.
İstanbul'un büyük otellerinden birinin balo salonunda, çoğunluğu muhafazakar ve hatta mukaddesatçı olan bir topluluğa hitaben konuşuyordu.
Değişimi anlatıyor, bunun Türkiye'deki ve dünyadaki yansımalarını yorumluyordu.
Konuşmasının sonunda salondakiler Özal'a sorular yöneltmeye başladılar.
Bunlardan biri, Özal'ı ağır bir dille suçladı:
- Siz Türkiye'de ahlakı yıktınız. Bazı özel televizyonlar sabaha kadar seks yayını yapıyor. Bunun sorumlusu sizsiniz, dedi.
Kürsüden şöyle bir baktı Özal. Sonra öfkeyle konuştu:
- Be adam... Allah sana bir beyin vermiş ve bu beyinle sınırsız düşünce ufukları açabiliyorsun. Beynine yasaklar, sınırlar koymamış. Televizyonları seyrederken, elinde bir de uzaktan kumanda cihazı var. Eğer bazı yayınları beğenmiyorsan, düğmeye basar, kanalı değiştirirsin. Ama anladığım kadarı ile sen o beğenmediğin yayınlara takılı kalıyorsun. Allah sana beyin vererek düşünce ve seçme hürriyeti tanımış. Şimdi sen kul olarak yasakçılık öneriyorsun.
Rahmetli Özal özetle bunları söylemişti o kişiye. Adam da utanıp yerine otururken, salondakiler Özal'ı alkışlamışlardı.
Çoğunluk ve hoşgörü
Dünyaya ve olaylara bu açıdan bakmak tabii ki herkes için mümkün değildir.
"Çoğunluk", herkesin kendileri gibi olmasını, kendileri gibi düşünmesini ister.
Başbakan Erdoğan'ın AK Partilileri Doğan Medyası gazetelerini boykot etmeye çağırması da, sözünü ettiğimiz "Çoğunluk"a özgü davranışlardan biri değil mi?
Türkiye'de çeşitli kesimlerin, laikçi ve dinci cemaatlerin de bu tür medyaya dönük boykotları olduğunu bilmiyor muyuz?
Bugün Başbakan'ın boykot çağrısına hedef olan medya grubu gazetelerin, rakiplerini "Yandaş medya", "Dinci medya" diye kategorize ettiklerini, siyasi yelpazenin üzerinde olması gereken kamu kurumlarının "Akreditasyon" uygulaması ile medyaya dönük boykotlar yaptıklarını, daha da ötesi Batı Çalışma Grubu'nun "Andıç"larını sorgusuz sualsiz kullanan gazetelerin, meslektaşlarını hedefe oturttuklarını unuttuk mu?
Tabii ki bir Başbakanın bir medya grubunu hedef alıp, taraftarlarını boykota davet etmesinin savunulacak yanı yok.
Sabah hedefteydi
Ama ilk kez mi bir siyasetçi, bir medya grubunu hedefe oturtuyor?
O zaman ANAP Genel Başkanı olan Mesut Yılmaz, 21 Ekim 1995'te Star'daki "Kırmızı Koltuk"ta yaptığı konuşmada, o dönemin Bilgin Medyası ve Sabah gazetesi ile Çiller Hükümeti arasındaki ilişkilere değinip, şöyle dememiş miydi?
- Bugün medya, halkın menfaatlerini koruyan değil, tam tersine, bir bölüm medyayı kastediyorum, örnek veriyorum, Sabah'ı özellikle kastediyorum. Halkın sıkıntılarını dile getiren değil, halkın dertlerine tercüman olan değil, tam tersine halkın, Türkiye'de olup bitenleri anlamasını engellemeye çalışan, halkın iktidar hakkında, gerçekçi, sağduyulu bir değerlendirme yapması önünde engel teşkil eden bir unsur haline gelmiştir. Demokrasimizin bugün en önemli sorunlarından birisi, işte bu bir bölüm medyadır, satılmış medyadır. Hep bir bölüm medyayı kastediyorum. Bunun belgeleri var elimizde.
Kartel medyası
Sonra neler olduğunu ve Yılmaz'ın atanmış Başbakanlığında Sabah'çıların ve tüm kartel medyasının 28 Şubat iktidarı ile nasıl yoldaş olduklarını da biliyoruz.
Yani yanlışları vurgularken, asla bunlar "Dünya tarihinin ilkleri" diye sunulmamalı. Muhalifler de iktidar sahipleri de, tartışmasız teslimiyet isterler.
Hatırlayın Tek Parti CHP'nin organı Hakimiyeti Milliye'nin (sonra Ulus olacaktır) 1930 yılı 29 Teşrinisani (Kasım) günü yayınlanan Falih Rıfkı imzalı başyazısını...
Unutmayın ki bundan 12 gün önce Serbest Fırka kapatılmıştır.
Falih Rıfkı (Atay) CHP'nin görüşü olarak şunları yazar:
- Hiç şüphe etmeyiniz, bütün bu muhalif gazeteciler, hepsi bir kelime ile alçaktır. Balkanlar'dan Amerika'nın öbür ucuna kadar böyle mahluklar, casus ve baba katili gibi en iğrenç mücrimlerle bir sıraya konulur ve şahsi hürriyetleri bile kendi ellerine teslim edilemez. Biz ise gazete denilen müesseseyi teslim etmişiz.