İz bırakan meşhur özürlüler ve hayat hikayeleri

  • Konbuyu başlatan feyza05
  • Başlangıç tarihi
F

feyza05

Ziyaretçi
HELEN ADAMS KELLER

Helen Keller ile başlamak istedim çünkü hayattan umudunu kesenlere çok iyi bir örnek teşkil edecek diye düşünüyorum.Hayatın anlamını sorgulayan arkadaşlar için..Sevgiler..


Hellen Keller 1880 – 1968 yılları arasında yaşamış Amerikalı bir pedagogdur. Onu diğer pedagoglardan farklı kılan şey neredeyse doğuştan diyebileceğimiz kör, sağır ve dilsiz olmasıydı.

On dokuz aylıkken geçirdiği ateşli bir hastalık sonucu görme, işitme ve konuşma yeteneğini yitirmişti. Çevresindekileri anlamaktan ve onlar tarafından anlaşılmaktan yoksun karanlık, sessiz bir dünyanın içinde kalmıştı. Keller’ in hayatı, yedi yaşındayken yaşamına giren bir öğretmenle değişti. Kendisi de bugün yaptıklarıyla bir efsane olan öğretmen Anne Mansfield Sullivan, Keller’ in yaşamının dönüm noktasıydı. Bu iki insan iletişim kurmanın güzelliği ile hayatlarına bambaşka anlamlar katmakla kalmadı birlikte hayatı yeniden keşfettiler. Bayan Anne Sullivan ümit etme ve uzağı görebilme yeteneğine sahip büyük bir insandı sabrı ve sevgisiyle bu küçücük çocuğa karanlıktan aydınlığa giden yolda rehberlik yaptı.

Anne Sullivan’ ın kendisi de kör sayılırdı. Çok az görme yeteneği vardı. Sullivan’ın Helen Keller’ e verdiği eğitim ona sadece okuma, yazma ve konuşmayı öğretmekle kalmadı, normal bir eğitim almasını da sağladı. 1886’ da babasının vefatıyla derin hüzne bürünen Keller yine aynı yıl kendi yaşıtı kızlarla eğitim gördüğü Cambridge Kız Okulu’ na başlamıştı. 1900 yılında, yirmi yaşında girdiği Radcliffe Kolejini, normal öğrenciler gibi dört yılda ve takdirnameyle bitirdi.

Peki neler yaptı Helen Keller? Neler yapmadı ki? Çoğumuzun yapamadığı, başaramadığı şeyleri göremediği duyamadığı ve konuşamadığı halde başardı. Kanoyla, yelkenliyle gezintiye çıkan, yüzen, satranç oynayan, bisiklete binen, tiyatroya, müzeye giden, parmaklarının ucuyla dünyayı keşfeden, Latince, Almanca, Fransızca, İngilizce, Rusça okuyup konuşabilen, duymadığı halde sesine yön ve güç vererek konuşmayı beceren bir insandı.

Helen Keller tıpkı öğretmeni Anne Sullivan gibi hayatını kendisi gibi ışıktan ve sesten yoksun olanlara adadı. Bunu, yaptığı konuşmalar yazdığı makaleler ve bir dizi kitapla başardı Aynı zamanda çeşitli organizasyonlarda görev aldı. Bunların bir tanesi körler için çalışan Amerikan Görme Engelliler Vakfı’ dır. Üstlendiği görevler Helen’ in Yakındoğu, Uzakdoğu, Kanada Güney ve Orta Amerika’ ya yolculuk etmesine neden oldu.

Helen Keller, azmin ve zaferin abidesidir. O, insan beyninin gücünün de canlı bir örneği. Yaşamının ilk ondokuz ayında zihninde yer etmiş tek bir sözcükten, “su” sözcüğünden yola çıkarak başardığı he şey, beynin, kullanıldığı takdirde ne olağanüstü kapasitesi olduğunu gösteren bir mucizenin ifadesi.
            Bakan körler, işiten sağırlar ve konuşan dilsizlerle dolu olan bir dünyada o gören bir kör, duyan bir sağır ve kendini ifade edebilen bir dilsizdi. Azmiyle, yaptıklarıyla ve yarattıklarıyla milyonlarca insan için esin kaynağı ve başarı örneği oldu….


 

Benzer konular

F

feyza05

Ziyaretçi
Helen Keller

BAZEN kendi kendime, “Herkes senede bir iki gün de olsa görme ve işitme duygularından mahrum kalsa ne olur?” diye sorarım. O zaman insanlar sahip oldukları şeylere daha çok değer verirlerdi herhalde. Belki sessizlikte seslerin insana verdiği zevki daha iyi takdir ederlerdi.

Bazen tanıdıklarıma çevrelerinde neler gördüklerini soruyorum. Geçenlerde ormanda uzun bir gezintiden dönen arkadaşıma neler gördüğünü sormuştum. Bana verdiği cevap şu oldu:

“Görülecek önemli bir şey yoktu…”

Ormanda bir saat dolaşmak ve bu süre içinde kayda değer bir şey görememek acaba mümkün olabilir mi? Ben kör olmama rağmen, sadece dokunma duyum sayesinde çok şey hissediyorum. Bir yaprağa dokunduğum zaman onun şeklini anlıyorum. Baharda tabiatın kış uykusundan uyandığının ilk işareti olan bir gonca bulmak için parmaklarımı dalların üstünde gezdiriyorum. Bazen elimi yavaşça bir ağaca dayadığım zaman, bu ağacın bir dalında öten kuşun nasıl titrediğini hisseder gibi oluyorum.

O esnada hissettiğim tüm bu şeyleri görebilmeyi bütün kalbimle arzu ediyorum. Sadece dokunma duyum bana bu kadar zevk verdiğine göre, bu güzellikleri bir de görebilseydim kim bilir neler hissederdim!

Birçok kez üç gün için görebilmem mümkün olsaydı, en çok neleri görmek isteyeceğimi düşünmüşümdür. Birinci gün, bana yaptıkları iyilik ve yardımlarıyla hayatıma değer katan insanları görmek isterdim. Bir kimseyi görüyor olmanın insanda ne gibi hisler uyandırdığını bilmiyorum. Ben sadece parmaklarımı tanıdıklarımın yüzünde dolaştırarak onların yüzünün ana hatlarını tahmin ediyorum. Dokunma duyum sayesinde, insanın yüzüne şekil veren neşe ve keder gibi duyguları da hissedebiliyorum. Yakın arkadaşlarımı da sadece onlara dokunarak tanıyabiliyorum.

Gözü görenler için, bir kimsenin yüz ifadesini, bir adalesini veya elinin titremesini görerek onun başlıca özelliklerini belirlemek ne kadar kolaydır. Fakat acaba bu kişiler gözlerini, arkadaşlarının kalbini anlamak yolunda da kullanırlar mı? İnsanların çoğunun, arkadaşlarının yalnız yüzünün ana hatlarını şöyle bir hatırında tuttukları doğru değil midir? Siz, en iyi beş arkadaşınızın yüzünü detaylarıyla birlikte tarif edebilir misiniz?

Üç gün görebilseydim, kim bilir nelere şahit olurdum!

İlk gün en sevdiğim arkadaşlarımı eve çağırıp yüzlerine uzun uzun bakar ve ahlâklarının güzelliğini çehrelerinde okumaya çalışırdım. Daha sonra bakışlarımı yeni doğmuş bir çocuğun yüzünde gezdirir ve onun masum güzelliğinden bir hisse alırdım.

Öğleden sonra ormanda bir gezinti yapar ve tabiatın ilâhî güzelliklerini seyrederdim. Sonra o akşam güneşin batışının her zamankinden daha muhteşem olması için Allah’a yalvarırdım. O gece hiç şüphesiz gözlerimi hiç kapamazdım.

İkinci gün erkenden kalkar ve şafağı seyrederdim. Günün geri kalan kısmını, dünyayı seyretmek için kullanırdım. İnsanlığın katettiği terakkiyi görmek için de müzeleri ziyaret ederdim. Özellikle güzel sanatlar müzesini gezer ve sanat eserlerinde insanların ruhunu görmeye çalışırdım. Ama bilhassa zamanımın çoğunu tabiattaki sanat eserlerini incelemeye sarfederdim hiç tereddüt etmeden. Çünkü onlar, ilâhî sanatın en muhteşem ve taklit edilemez örnekleridir.

Üçüncü güne kavuşunca hiç kuşku yok yine sabahleyin erkenden kalkıp şafağı selâmlardım. Sonra her gün işlerine giden insanları tetkik etmekle geçirirdim. Önce, sokağın kalabalık bir köşesinde durur ve gelip geçen insanların yüz ifadelerini okumaya çalışırdım. Herkesin neşeli olduğunu ve gülümsediğini görünce mutlu olur, herkesin yüzünden iradelerinin kuvvetini sezince sevinir, keder ifadesi görünce ise onlara karşı merhamet hissi duyardım.

Ardından şehrin ana caddelerini dolaşırdım. Herkesi ve her şeyi ayrı ayrı görmektense, renkleri ve şekilleri karmakarışık bir hayal tarzında görmeye çalışırdım. Giyilen elbiselerin sergilediği renk mucizesine hiç bıkmadan bakardım. Elbise modellerine bakmaktansa, renklerin sergilediği ahenge dikkat kesilirdim.

Ana caddeden ayrıldıktan sonra şehrin fakir mahallelerini, fabrikaları ve çocukların oynadığı parkları dolaşırdım. Etraftaki saadet veya sefalet ifadelerini görmek, çalışan ve yaşayan insanları daha iyi anlamak için gözlerimi dört açardım. Üçüncü günün geriye kalan son birkaç saatinde yapabileceğim çok önemli ve ciddi işler olmasına rağmen, ben yine gece yarısı muhtemelen uzayın sonsuzluğuna vurulur kalırdım.

Gayet doğal olarak, bu kısa üç gün boyunca yine her istediğimi görmüş olmazdım. Fakat hiç olmazsa görme duyumu tekrar kaybedince neleri kaçırmış olduğumu anlamış olurdum.

İnsan bir süre sonra kör olacağını bilse herhalde geri kalan zamanını çok daha başka kullanırdı. Ama bir kez bu akibeti yaşamış olanlar gözlerinden tam manasıyla faydalanmayı bilirler. Gördükleri her şey, kendilerince bambaşka bir değer kazanırdı. İşte o zaman hakikaten görmeyi öğrenmiş olurlar ve yepyeni bir güzellik dünyasının önlerine serildiğini anlarlardı.

Son olarak gözleri görmeyen ben, gören insanlara şunu tavsiye edeceğim: Ertesi gün sanki kör olacağınızı biliyormuşsunuz gibi kullanın gözlerinizi. Elbette diğer hislerinizi de ihmal etmeden… Seslerin mûsikisini, kuşların ötüş ve âhengini, birazdan sağır olacakmışsınız gibi dikkatle dinleyin. Ertesi gün dokunma duyunuz elinizden alınacakmış gibi, eşyaya sevgiyle dokunun. Çiçekleri koklayın, yediklerinizin lezzetini damaklarınızda hissedin. Duyularınızdan mümkün olduğu kadar istifade edin. Allah’ın size bağışladığı nimetler sayesinde dünyanın güzelliğini fark etmeye çalışın.

Fakat ben yine de görmenin diğer duyulardan daha değerli olduğunu düşünüyorum.

Zafer Dergisi
 
Üst