Karagöz İle Hacivat Hikayeleri 4

Serdar Yıldırım

Bilge Üye
Katılım
26 Mar 2010
Mesajlar
160
Tepkime puanı
1
Yaş
65
Konum
Bursa
KARAGÖZ İLE HACİVAT: PARAYI KİM BULDU
Karagöz iş bulur. Yedi gün çalışır ve ilk haftalığını alır. Akşamüstü evine dönerken haftalığını kaybeder. Geldiği yoldan geriye döner ve düşürdüğü paralarını aramaya başlar. Diğer yandan da söylenmektedir:  " Paracıklarım, paracıklarım, gitti paracıklarım. Keşke paralarım cebimde dursaydı da ben kaybolsaydım. "
Aynı saatte evine dönmekte olan Hacivat Karagöz'le karşılaşır.
Hacivat: " Hayrola Karagözüm, yanımdan geçersin beni görmezsin. Paracıklarım dersin. Para mı kaybettin? "
Karagöz: " Hiç sorma Hacivat. Haftalık almıştım, onu kaybettim. "
Hacivat: " Bir gören, bir bulan yok mu? "
Karagöz: " Dört gören, beş bulan var. Canımı sıkma, canını yakarım. "
Hacivat: " Aman Karagözüm kızma. Para kaybedince ararsın bulamazsan, kadıya gidersin. "
Karagöz: " Hı. "
Hacivat: " Para kaybettin, aradın bulamadın, ne yaparsın? Kadıya gidersin. "
Karagöz: " Demek paramı kadı bulmuş. "
Hacivat: " Kadının para falan bulduğu yok. Parayı bulan kadıya bırakır. Kaybeden kadıya gider. Para kadıdaysa parasını alır. "
Karagöz: " Ya para kadıda yoksa. "
Hacivat: " O zaman avcunu yalar. "
Karagöz: " Yani şimdi avcumu yalarsam param bulunur mu? "
Hacivat: " Nereni yalarsan yala paran bulunmaz. "
Karagöz: " Ne yapmak gerekir? "
Hacivat: " Kadıya gitmek gerekir. Buyur Karagözüm, önden sen yürü. "
Karagöz: " Önden ben yürümem, yan yana gidelim. "
Hacivat ile Karagöz kadıya giderler. Yolda para bulan birisi parayı getirip kadıya teslim etmiştir. Fakat paranın sahibinin kim olduğunu bilmemektedir. Karagöz'ün haftalığını kaybettiğini öğrenen Hacivat onu kadıya yönlendirir,  çünkü Karagöz'ün kaybettiği parayı bulan Hacivat'tır.

Yazan: Serdar Yıldırım

-------------------------------------------------------------------

KARAGÖZ BALIKÇI
İşsiz kalan Karagöz Hacivat'ın yönlendirmesi üzerine Misi Köyü'ne giderek oradaki gölden alabalık tutmaya başlar. Akşamüstü at arabasına binerek Bursa'ya döner. Alabalıkların bir kısmını kendine ayıran Karagöz geri kalanı balıkçılara satar.
Bir akşamüstü alabalıkları temizleyen Karagöz'ün hanımı balığın birinin içinde inci bulur. Çok sevinir. Odada oturmakta olan Karagöz'e inciyi gösterir. Karagöz sevinçten ne yapacağını şaşırır ve oynamaya başlar.  Akşam yemeğinden sonra evde konuşulan tek konu incidir. Karagöz'ün oğlu Yaşar, baba, ya tuttuğun öteki balıklarda da inci varsa, deyince Karagöz:      "Doğru oğlum, o balıklarda  inci olabilir. O zaman  alabalıkların içini evde temizleriz, karnında inci olup olmadığına bakar, öyle satarız. On-on beş alabalığın birinden inci çıksa zengin olduk demektir. "
Karagöz sonraki günlerde düşüncesini aynen uygular. Evde temizlenen alabalıkların birinden, ikisinden inci çıkmaktadır. İncileri kuyumcuya satan Karagöz kısa zamanda fakirlikten kurtulur.  Kuyumcu incinin kaynağını merak eder. Karagöz'ün ağzını arayan kuyumcu hiçbir şey öğrenemez. Bunun üzerine gizlice Karagöz'ü takip etmeye başlar. Sonunda olayı çözer ve gölün karşı kıyısında çadır kurarak, beş karısını, oğullarını, kızlarını, gelinlerini, damatlarını ve torunlarını getirir. Birlikte çok çalışarak, çok balık tutarak kısa zamanda göldeki alabalık neslini kuruturlar. Gölde bir tane alabalık kalmaz. Kuyumcu, torbalar dolusu inciyle servetine servet katar.
Aradan günler, haftalar geçmesine karşın, bir tek alabalık tutamayan Karagöz yol parası, evin geçimi derken, giderek fakirleşir. Daha sonra yine Hacivat'ın yönlendirmesi üzerine Hacivat ile birlikte Ulucami'nin yapım işinde çalışmaya başlar.

---------------------------------------------------------------------------

KARAGÖZ İLE HACİVAT: MANGAL SEFASI   
Hacivat: " Karagözüm, sucuk aldım. Gel mangal sefası yapalım. "
Karagöz: " Birer kangal alalım ama benim bahçe küçük, kangala dar gelir. "
Hacivat: " Kangal demedim Karagözüm, mangal dedim. Mangalda sucuk pişirelim. "
Karagöz: " Kangalla çocuk bir arada olmaz. Yaşar'ı kangal ısırır. "
Hacivat: " Canım, ne Yaşar'ı, ne kangalı, sucuk dedim, mangal dedim. "
Karagöz: " He öyle söylesene, sucuğu mandalla tavana asarsın. "
Hacivat: " O neden? Neden sucuğu tavana asıyorsun? "
Karagöz: " Kurusun diye. Kuru sucuğun tadı farklı olur. "
Hacivat: " Tamam Karagözüm, sucuğu kuruttum, mangalı bahçeye oturttum. "
Karagöz: " Ben senin bahçeye gelmem, Hacivat. "
Hacivat: " Gelmezsen gelme. Ben de kendime ziyafet çekerim. "
Uzaklaşıp giden Hacivat'ın arkasından Karagöz söylenir:
" Seni gidi beni bilmez. Kangalı kesmiş, sucuk yapmış, mangalda pişirecekmiş. Bende o sucuğu yiyecek göz var mı?

------------------------------------------------------------------------------

KARAGÖZ İLE HACİVAT: BUZAĞI       
Karagöz ile Hacivat yolda karşılaşırlar. Karşılıklı selamlaşmadan sonra iş arayan Karagöz'ün moralinin bozuk olduğunu gören Hacivat, ona derdini unutturmak için, bilmece sormaya karar verir:  " Karagözüm, sana bir bilmece sorayım da cevabını ver. Öküz altında ne arıyor derler?
Karagöz: " Tavşan arıyor derler. "
Hacivat: " Olmaz, tavşanın öküzle ilgisi yok. "
Karagöz: " Tilki arıyor derler. "
Hacivat: " Tilkinin öküzle hiç ilgisi yok. "
Karagöz: " Kurt arıyor derler. "
Hacivat: " Kurt öküz altında aranmaz. Öküz bunu babası, inek bunun annesi. "
Karagöz: " Koyun bunun amcası, keçi bunun dayısı. "
Hacivat: " Hani o şey büyür dana olur, tosun olur. "
Karagöz: " Dana olur, tosun olur. "
Hacivat: " Tamam, dana dedin, dananın küçüğü. "
Karagöz: " Küçük dana . "
Hacivat: " Hah, küçük danaya ne derler? "
Karagöz: " Dana küçük. "
Hacivat: " Karagözüm, galiba bilemeyeceksin. "
Karagöz: " Ben bilemezsem sen bil. "
Hacivat: " Buzağı arıyor derler. "
Karagöz: " Hı? "
Hacivat: " Öküz altında buzağı arıyor derler. "
Karagöz: " Ben onun öyle olduğunu biliyordum ama aklıma gelmedi. Sorunun cevabı buzağı. Bildim mi? "
Hacivat: " Bildin Karagözüm, bildin. "
Karagöz: " Bilemesem şaşardım. Bu soru kolaydı. Zor sorsan onları da bilirim. "
Karagöz' ün güldüğünü, neşelendiğini gören Hacivat sevinir. Karagöz'ü de sevindirmek ister ve ona pazar yerinde hamallık bulur. Günün geri kalan kısmında sandıkla portakal, limon taşıyan Karagöz akşamüstü kazandığı iki akçeyle evinin yolunu tutar.

-----------------------------------------------------------------------

KARAGÖZ İLE HACİVAT: TURŞU
Hacivat: " Hanım turşu kurduydu. Turşular bir olmuş. "
Karagöz: " Hanım tarla kurduydu. Kuş mu olmuş? "
Hacivat: " Canım Karagözüm. Ne kurdu, ne kuşu? "
Karagöz: " Kurt Bozkurt, kuş Zümrüdü Anka Kuşu. "
Hacivat: " Hanım turşu kurduydu. Turşular olmuş dedim. "
Karagöz: " Hani masalda Bozkurtlar Zümrüdü Anka Kuşu'nu tepelemiş. "
Hacivat: " Eee. "
Karagöz: " Ben de seni tepelerim. "
Karagöz Hacivat'ın üstüne yürür.
Hacivat: " Dur Karagözüm, ben ne yaptım? "
Karagöz: " Daha ne yapacaksın? Tepeme çık öt bari. "
Hacivat: " Tepene çıkıp öteyim mi? Ne gibi ötmemi istersin? "
Karagöz: " İster horoz gibi öt, ister bülbül gibi öt. "
Hacivat: " Eşek gibi öteyim mi? "
Karagöz: " Eşek ötmez anırır. İstersen anırabilirsin. "
Hacivat: " Ben anıramam ama sen iyi anırırsın. "
Hacivat tarafından eşek yerine konmak Karagöz'ü çileden çıkarır. Hacivat'ın üstüne hamle yapar. Hacivat geri dönüp kaçmaya başlar. Karagöz Hacivat'ı evinin önüne kadar kovalar. Hacivat evine girer ve kapıyı sürgüler. Kapının önünde bağırıp çağıran Karagöz'e pencereye çıkan Hacivat'ın hanımı söylenir:
" Aaa yeter be! Git kendi evinin önünde bağır. "
Hacivat'ın hanımının sözleri karşısında Karagöz sessizce oradan uzaklaşır. On gün ne Hacivat'ı arar ne de onun evinin önünden geçer. İki ayrılmaz dost sonradan barışırlar.

--------------------------------------------------------------------------

KARAGÖZ İLE HACİVAT: LEYLEK ETİ
Hacivat: " Karagözüm, ziyafet var. "
Karagöz: " Hı.. "
Hacivat: " Ziyafet var, ziyafet. Al hanımı, Yaşar'ı. Bu akşam bize gelin. Levrek aldım, pişirip yeriz. "
Karagöz: " Bu akşam size gelemeyiz, leylek eti yiyemeyiz. "
Hacivat: " Leylek demedim Karagözüm, levrek dedim. Levrek balığı. "
Karagöz: " Bırak ya Hacivat, ne zamandan beri leylekler balık oldu. "
Hacivat: " Leylekler balık olmaz, tıpkı benim Karagöz olamadığım gibi. "
Karagöz: " Keşke Karagöz olsan, bana benzesen Hacivat. "
Hacivat: " Aman, hayatta isteyeceğim en son şey sana benzemek. Ben bu halimden memnunum.
Karagöz: " Tamam, bana benzeme. Git Halim'le Memduh'a benze. "
Hacivat: " Sen ne diyorsun Karagözüm? Halim'le Memduh da kim? "
Karagöz: " Sizin mahalleden yeni taşınmışlar. Bizim mahalleye geldiler. "
Hacivat: " Eee sonra? "
Karagöz: " Bizim mahalleyi beğenmediler. Sizin mahalleye geri dönecekler. "
Hacivat: " O neden? "
Karagöz: " Çünkü onları dövdüm. Alaycı konuşmaya devam edersen seni de döverim. "
Hacivat: " Sustum Karagözüm, yeter ki beni dövme. "
Karagöz: " Leylek eti falan da yemem. "
Hacivat: " Yeme Karagözüm, leylek eti yeme.

------------------------------------------------------------------------

KARAGÖZ İLE HACİVAT: KARAGÖZ AŞIK       
Genç Karagöz Bursa sokaklarında elinde bir demet ısırgan otuyla hızlı adımlarla yürürken, Hacivat'la karşılaşır. Hacivat sorar:
" Hayrola Karagözüm, bu ne acele? Sanki peşinden köpek kovalıyor. "
Karagöz: " Sus Hacivat! Köpek beni niye kovalasın? O ancak senin gibileri kovalar. "
Hacivat: " Hemen kızma Karagözüm, lafın gelişi öyle dedim. Hızlı hızlı nereye böyle? "
Karagöz: " Hı.. "
Hacivat: " Hızlı hızlı nereye böyle? Yani nereye yetişeceksin? "
Karagöz: " Şey, yavuklumla buluşacağım da. "
Hacivat: " Yavuklun mu? Senin yavuklun mu var? "
Karagöz: " Var tabi, neden olmasın? Ben sevemez miyim yani? "
Hacivat: " Tabi seversin, yavuklun da olur. O elindeki nedir? Isırgan otu mu? "
Karagöz: " He ya ısırgan otu. Yavukluma verecektim "
Hacivat: " Olur mu Karagözüm, hiç insan sevdiğine ısırgan otu verir miymiş? "
Karagöz: " Ee o zaman ne verir?
Hacivat: " Karanfil verir. "
Karagöz: " Kara fil mi? Afrika mı burası? Fil ne arar? "
Hacivat: " Karanfil dedim Karagözüm. Bir tür çiçek. "
Karagöz: " Çilek bulunmaz şimdi, mevsimi değil. "
Hacivat: " Çilek değil, çiçek dedim. Her neyse sen iyisi kırmızı gül götür. "
Karagöz: " Hı.. "
Hacivat: " Kırmızı gül, kırmızı gül. "
Karagöz: " Kırmızı tül mü? Perdelik tüllerden mi? "
Hacivat: " Dur Karagözüm, ne perdesi ne tülü. Kırmızı gül dedim. "
Karagöz: " Kırmızı kül mü? Amma yaptın Hacivat, külün kırmızısı mı olurmuş? "
Hacivat: " Yine yanlış anladın. Peki o zaman senin dilinle konuşalım. Ya nesi olur? "
Karagöz: " Sen de ne cahilsin Hacivat. Külün rengi kül rengi olur. Bilmiyorsan öğren. "
Karagöz'ün yanlış anlamaları karşısında sinirlenen Hacivat ne kadar hırslandığını Karagöz'e fark ettirmemeye çalışır. Kuruyan dili damağında zorlukla döner:
" Tamam Karagözüm, yavukluna ne istersen götür. Isırgan götür, sarımsak götür, soğan götür. "
Hacivat, ister ıspanak götür, ister pırasa götür, diye söylenerek uzaklaşır gider. Hacivat'ın arkasından bakakalan Karagöz çabucak aklını toplar. Kendini daha sağlıklı düşünmeye zorlar:
" Hacivat'ın her dediğini ısırganın yanında yavukluma hediye etsem iyi olacak. Şimdi ben sarımsak, soğan, ıspanak, pırasa nerede bulurum? "
Karagöz aradıklarını komşuların yardımıyla tamamlar. Hepsini bir sepete koyarak yavuklusuna verir. Karagöz'ün yavuklusu genç kız hediyelerden dolayısıyla memnun olur. Bu genç kız Karagöz'ün oğlu Yaşar'ın annesidir.

------------------------------------------------------------------------------

KARAGÖZ İLE HACİVAT: KÖSE
Güzel, güneşli bir yaz gününde Pınarbaşı Meydanı'nda bir sürü adam toplanmış, kahkaha patlatıyordu. Şişiren ağızdır da balonu patlatan iğnedir. Ağızdan çıkan iğneli sözler, adama nasıl kahkaha patlattırır, dilerseniz bunu öğrenelim.
Hacivat: " Ak akçe kara gün içindir. "
Karagöz: " Akçe yok ki kara güne saklasam. "
Hacivat: " Bir elin nesi var, iki elin sesi var. "
Karagöz: " Kurnada oturanın elinde hamam tası var. "
Hacivat: " Söz gümüşse sükut altındır. "
Karagöz: " Söz altınsa sükut tenekedir. "
Hacivat: " Olur mu Karagözüm, sükut yani susmak altındır. "
Karagöz: " İyi, o zaman susalım, konuşmayalım. Buradaki kalabalık hemen dağılır. İnsanlar, işini bırakıp bizi dinlemeye geliyorsa sözüm altın değerinde olduğu içindir. "
Karagöz kalabalığa dönerek:
" Beni haklı görenler alkışlasın. " diye bağırdı. Bir alkış fırtınasıdır koptu.
Bu sefer Hacivat kalabalığa dönerek:
" Beni haklı görenler alkışlasın. " diye bağırdı. Bir alkış boranıdır koptu. Eee ne diyelim onları alkışlayanlar sayıldığında birbirine eşit olduğu görüldü. Yalnız karşıda duran ve Karagöz ile Hacivat'ın her iğneli vuruşuna kahkahasını patlattıran köse kimseyi alkışlamadı. Sonradan sordum, benim oyum ikisine, dedi.

----------------------------------------------------------------------

KARAGÖZ İLE HACİVAT: EKMEK   
Bursa sokaklarında gezip dolaşan Karagöz ile Hacivat, Pınarbaşı Meydanı’na geldiklerinde yorulduklarını anlarlar ve bir ağacın altına oturup dinlenirler.
Daha sonra Hacivat:“ Aman Karagözüm, içim bayıldı. Fırından ekmek al da suya banıp yiyelim. “
Karagöz: “ Ekmek alayım da yakında fırın var mıdır? “
Hacivat: “ Var ya. Az önce önünden geçtik. “
Karagöz: “ Hiç fark etmedim. Yerini tarif et, hangi somun fırınında? “
Hacivat eliyle işaret eder:  “ Şuradaki inek ahırının ilerisindeki somun fırınında. “
Karagöz: “ Ne işi varmış elinin ineğin kuyruk sokumunda? “
Hacivat: “ Karagözüm, nereden çıkarırsın ineğin kuyruk sokumunu?  Şu ahırın ilerisindeki somun ekmek fırınında. “
Karagöz: “ Ahırda samandan ekmek mi pişiriyorlar? “
Hacivat: “ Hiç samandan ekmek olur mu? Buğday ekmeği olur, buğday. “
Karagöz: “ Atlara buğday ekmeği, insanlara saman ekmeği. “
Hacivat: “ İnsanlar saman ekmeği yemezler. İnsanlara buğday ekmeği, atlara saman ekmeği. “
Karagöz: “ Demek o fırında atlara saman ekmeği pişiriyorlar. “
Hacivat: “ Öyle demek istemedim. “
Karagöz: “ Ama öyle dedin. Atlara saman ekmeği dedin. “
Hacivat: “ Dur Karagözüm. Sana cümle anlatayım derken, ben kelimeleri şaşırdım. Gitmemek için, böyle yaptın. Ağzımdan çıkanı kulağıma duyurmadın. Ben bir ekmek alıp geleyim, “ diyen Hacivat hızlı adımlarla oradan ayrılır. Biraz sonra elinde bir somun ekmek ve bir çanak suyla gelir. Ekmeği ikiye böler ve yarısını Karagöz’e verir. Birlikte ekmeklerini suya banıp yerler.

--------------------------------------------------------------------------

KARAGÖZ'ÜN İĞNESİ 
Hacivat birkaç gündür görmediği Karagöz'ü sağda solda arar, bulamaz. Sorar soruşturur bilen, gören yoktur. Son çare olarak evine gider. Karısı Karagöz'ün üç gündür evin samanlığında olduğunu ve yemeğini bile orada yediğini söyler. Hacivat bahçeden samanlığa geçer. Karagöz samanların arasında birşey aramaktadır. Ama ne? 
Hacivat: " Selam Karagözüm, ben geldim, selam. "
Karagöz: " Hay Selami'nin kara kellesi. Sen misin Hacivat? "
Hacivat: " İyi günler Karagözüm, iyi günler. "
Karagöz: " Güller iyidir de ben papatyayı pek severim. "
Hacivat: " Aman Karagözüm, neden o? "
Karagöz: " Papatyanın yapraklarını seviyor, sevmiyor diye koparıyorum, hep Hacivat beni sevmiyor çıkıyor. "
Hacivat: " Olur mu Karagözüm? Ben seni çok severim. Bunu cümle alem bilir. "
Karagöz: " Düğmeci Adem bilir ama ben bilmiyorum. Beni sevmeyeni ben de sevmem. "
Hacivat: " Yapma. "
Karagöz: " Yaptım bile. "
Hacivat: " Etme. "
Karagöz: " Ettim bile. "
Hacivat: " Papatya falına inanma. "
Karagöz: " Ee  kime inanacağım? "
Hacivat: " Bana inan Karagözüm. "
Karagöz: " O zaman sevdiğini ispat et. Bir şey istesem yapar mısın? "
Hacivat: " Emrin olur. Ne istersen yaparım. "
Karagöz: " Samanların arasına iğne düşürdüm. Bul iğneyi, ispatla sevdiğini. "
Hacivat: " Aman Karagözüm, samanlıkta iğne aranır mı? "
Karagöz: " Aranır, ben üç gündür arıyorum. "
Hacivat: " Aradın da buldun mu? "
Karagöz: " Bulamadım. Sanki iğne samana dönüşmüş. "
Hacivat: " O iğne ne iğnesiydi? "
Karagöz: " Arı iğnesi değil herhalde , dikiş iğnesiydi. "
Ben şimdi o iğneyi bulurum, diyen Hacivat samanlıkta iğne aramaya başlar. Birkaç dakika sonra her zaman yakasında bulundurduğu dikiş iğnesini, işte iğneni buldum, diyerek Karagöz'e verir. Karagöz buna çok sevinir ve Hacivat'ı alnından öper. Hacivat Karagöz'ün koluna girerek bahçeye çıkarır. Altlarına birer sandalye çekip otururlar. Karagöz karısına seslenir ve hanım bize iki çay yap, der. Çaylar gelinceye kadar onlar sohbeti o kadar koyulaştırır ve şakalaşmalarını o kadar ağırlaştırırlar ki, dünyanın gelmiş geçmiş en somurtkan insanını kahkahalarla güldürecek düzeye erişirler. 

------------------------------------------------------------

KARAGÖZ İŞSİZ             
Uzun zamandır işsiz olan ve geçim zorluğu çeken Karagöz hanımını ve oğlu Yaşar'ı köye, babasına gönderir. İş aramaktan bıkar, yalnızlıktan sıkılır ve yolda rastladığı Hacivat'ı evine çay içmeye davet eder. Eve gelince bakar çay ve şeker kavanozları bomboştur. Hacivat'a durumu anlatmak zor olacağı için, ne yapacağını bilemez. Mutfakta çaresiz beklemeye başlar. Daha sonra Hacivat odadan bağırır:  " Haydi Karagözüm, çay demlendiyse getir de içelim. "
Bunun üzerine Karagöz Hacivat'ın yanına gelir ve sorar: " Çayı kaç şekerli içersin? "
Hacivat: " Ben çayı çok şekerli içerim. "
Karagöz: " Çok şekerli mi? Çokşeker Arif çay bardağına sığmaz ki. "
Hacivat: " O zaman çift şekerli olsun. "
Karagöz: " Çiftelerin Şakir İzmir'e taşındı. "
Hacivat: " Bari tek şekerli olsun. "
Karagöz: " Şekersiz içsen. "
Hacivat: " Amma yaptın ha! Şekersiz çay mı içilirmiş? "
Karagöz: " Anla işte, evde şeker yok. "
Hacivat: " Çay demlenmiştir. Bardağa koy da getir bakalım. "
Karagöz: " Evde çay yok ki. Ocağı yakmadım. "
Hacivat: " Bir de soruyorsun, çayı kaç şekerli içersin diye? "
Karagöz: " İnan Hacivat, evde çay ve şekerin bittiğini bilmiyordum. "
Hacivat: " Sizinkileri köye gönderdiğini duydum. "
Karagöz: " Doğrudur, burada aç kalmasınlar diye. "
Hacivat Karagöz'ün eline birkaç akçe sıkıştırır:
" Git bakkaldan çay, şeker, ekmek, peynir falan al. "
Karagöz bir koşu Hacivat'ın dediklerini alır, gelir. Ocağı yakar, çayı demler. Birlikte çay içerler, peynir, ekmek yerler. Hacivat çayları çok şekerli içer. Karagöz'ün ise, çayları tek şekerli içmesinin nedeni Hacivat'ın aldığı yarım kilo şekerin bitmesini istemediğinden.
Hacivat ertesi gün Karagöz'e bahçıvanlık işi bulur. Karagöz çalışmaya başlar. Haftalığını alınca hanımını ve oğlunu köyden getirtir. Böylelikle Karagöz ailesi normal günlük yaşantılarına dönerler. 

----------------------------------------------------------

KARAGÖZ EZAN OKUYOR
Karagöz iddia üzerine minareye çıkıp öğle ezanı okumaya başlar. Fakat ezanın yarısında takılır, kalır. Gerisini unutmuştur. Sil baştan tekrar okur, yine aynı yerde takılır. Bu böyle devam eder. Karagöz ezanı bir türlü tamamlayamaz. Cemaat namaza başlamak için, ezanın bitmesini beklemektedir. Zaman geçtikçe homurtular artar. 
Hacivat aşağıdan Karagözüm şöyle de, sonra bunu de diye bağırarak  yardımcı olmak ister. Sonunda ezanı bırakan Karagöz, beni sen şaşırttın diyerek minareden Hacivat'ın üstüne atlar. Boğuşmaya başlarlar. Cemaat araya girer ve Hacivat'ı Karagöz'ün elinden kurtarır. Bu sefer Karagöz daha da sinirlenir ve cemaati sille tokat döver. Cemaat ve Hacivat kaçıp gider. Daha sonra minareye çıkan Karagöz ezanı güzelce okur ve derin bir oh çeker. 

-------------------------------------------------------------

HACİVAT'IN İPİ           
Karagöz ile Hacivat yolda karşılaşır. Karagöz'ün telaşlı olduğunu gören Hacivat sorar: " Hayrola Karagözüm, nereye böyle? "
Karagöz: " Bahçedeki kuyudan su çekerken ip koptu. Kova kuyuya düştü. İp almaya gidiyorum. "
Hacivat: " Evde sağlam bir ip var. Onu sana vereyim. Ben ipin ucunu tutarım, sen kuyuya inersin. "
Karagöz: " Ben senin ipinle kuyuya inmem. "
Hacivat: " Aman Karagözüm, bana hiç mi itimadın yok? 
Karagöz: " Hı. "
Hacivat: " Yani bana hiç mi güvenin yok? "
Karagöz: " Yok, çünkü ben kuyuya inince ipin ucunu bırakırsın, aşağıda kalırım. "
Hacivat ağzı bir karış açık Karagöz'e bakakalır. Bu sefer Karagöz sorar:
" Söyle bakalım Hacivat, sen benim ipimle kuyuya iner misin? "
Hacivat: " İnerim. "
Karagöz: " Ya bıçakla ipi kesersem. "
Hacivat: " Öyle bir şey yapmazsın Karagözüm. Ben sana güvenirim. "
Karagöz: " Ben de düne kadar sana güvenirdim ama gece rüyamda kuyuya indiydim de beni kuyuda bıraktıydın. Artık güvenim kalmadı. "
Hacivat: " Rüyandaki ben değildim, gerçekler rüyadan farklı olur. " diyerek uzun süre dil döker, sonunda Karagöz'ü ikna eder ve evden ip alıp gelir. Bahçedeki kuyuya Karagöz Hacivat'ın ipiyle iner. Hacivat ipin ucunu bırakıp kaçar. Karagöz'ün bağırması üzerine komşular gelip onu kuyudan çıkarırlar. Altı ay ne Karagöz Hacivat'ı, ne de Hacivat Karagöz'ü arayıp sormaz. İlk defa bu kadar uzun süre küs kalırlar.

---------------------------------------------------------------

KARAGÖZ İLE HACİVAT: BİZANS ALTINI
Karagöz bir gece rüyasında kendini Pınarbaşı Meydanı'nda toprağı kazarken görür. Kazar, kazar ve sonunda bir küp Bizans altını bulur. Çok sevinir ve oynamaya başlar. Daha sonra kanter içinde uyanır. Sabahı bekleyemez, alacakaranlıkta kazmayı, küreği kapar ve yola çıkar. 
Pınarbaşı Meydanı'na geldiğinde acele tarafından kazmayı toprağa vurur. Kazdıkça kazar. Sabahleyin işe giden Bursalılar, Karagöz'ü görürler. Toprağı neden kazdığını sorarlar. Karagöz rüyasını anlatır. Adamlardan bazıları Karagöz'e katılır. Onlar da kazma, küreklerini alıp gelirler ve biri o yanda, biri bu yanda kazmaya başlarlar. 
Öğle vaktine doğru Hacivat olaydan haberdar olur. Evde bulunan babadan kalma bir Bizans altınını cebine koyar ve yola çıkar. Hacivat geldiğinde Karagöz rüyasını ona da anlatır. Hacivat sırf muziplik olsun diye dinlenen birinin kazmasıyla toprağı biraz kazar ve altın buldum diye bağırır. Yanındaki Bizans altınını gösterir. Buna sevinen Karagöz altını alır, cebine atar ve orayı daha derin kazmaya başlar.
Akşam üstüne doğru meydan baştan aşağı kazılır ama başka altın bulan olmaz. Karagöz tamam der ve işi bırakırlar. Karagöz meydandan ayrılmadan Hacivat önüne çıkar:
" Aman Karagözüm, ben şaka yapmıştım. Altını evden getirmiştim. Altınımı ver de gideyim, " der. 
Karagöz: " Oldu mu şimdi Hacivat? Altını burada buldun. "
Hacivat: " Hayır,  ben onu evden getirmiştim. "
Karagöz: " Senin evde altın ne arar? Bu altın rüyamda gördüğüm altınlardan biri. "
Hacivat: " Aman Karagözüm, etme, eyleme, beni buraya geldiğime pişman etme. "
Oradaki adamlar Karagöz'den yana taraf olunca Hacivat susar ve bir kenara oturup ağlamaya başlar. Karagöz altını epey bir akçe karşılığında satar. Kışın dört ay evde sırtüstü yatar, çalışmaz ve akçeleri bitirir. Yazın gelmesiyle birlikte iş aramaya başlar. 


Yazan: Serdar Yıldırım

--------------------------------------------------------------------------

SİVRİKOZ ZAMANA KARŞI
Sivrikoz'un küçük yaşlardan itibaren kafasına takılan sorular vardır. Yıllar geçtikçe bu sorular daha da belirginleşir. Annesine, babasına, amcasına, dayısına bu soruları sorar fakat gelen cevaplar tatminkar olmaz. İyi, güzel diyorsunuz da benim beklediğim cevaplar bunlar değil, der. Babası bir gün:  " Sivrikoz beklediğin cevaplar bunlar değilse sen sorduğun soruların cevabını biliyorsun demektir. " der de Sivrikoz babasına cevaplardan tam olarak emin olmadığını söyler. Sivrikoz'un sorduğu sorular nedir?
Acımasızca geçen zaman, insanları neden yaşlandırıyor?
İnsanların görünüşleri neden değişiyor?
Zaman geçtiği için, insanlar yaşlanıyorsa zamanı durdurmak mümkün değil midir?
Sivrikoz bir gün babası Hacivat'tan izin alır ve zamanı arayıp bulmak, onunla hesaplaşmak için, yola çıkar. Sonraki günlerde zamanı arar, her önüne gelene zamanı sorar ama kimse zamanın nerede olduğunu bilmemektedir. Günlerden bir gün bir ormandan geçerken bunalır, olanlar canına tak der ve bağırır:  " Ey zaman, kimsin sen, neredesin, aramaktan bıktım, çık ortaya, yetti yaptıkların. "
Birden ormanda sert bir ses yankılanır: " Hey genç, beni mi aradın? Senin adın nedir? "
" Benim adım Sivrikoz. Seni aradım. Soracak sorularım var. Neden insanları yaşlandırıyorsun? Şimdinin ihtiyarı bir zamanlar gençtim, güçlüydüm diyor. Geçtin de ne oldu? Ne kazandın? İnsanlar belli bir yaşa gelince o insan için zamanı durdur. Yaşlanmasın ama yaşasın. Genç kalsın. "
" Sen neler diyorsun Sivrikoz? Daha önce kimse benim işime karışmıyordu. Ben de istediğim gibi kendimi kuruyordum. Genç ve güçlü birini, yaşlı, iki büklüm bir ihtiyar haline getirmek benim için önemli. Ben o ihtiyarın genç halini hatırlar ve gülümserim. Ama sen istemiyorsan bundan sonra kimseyi yaşlandırmam. "
Zamandan söz alan Sivrikoz sevinçle oradan uzaklaşır. Sonraki günlerde zaman sözünü tutmaz ve insanları yaşlandırmaya devam eder. Durumu fark eden Sivrikoz çok üzülür ve bir daha zamanı ne arayıp, ne sorar.

---------------------------------------------------------------


KARAGÖZ İLE HACİVAT:  AYAKLI KÜTÜPHANE
Karagöz ile Hacivat yolda karşılaşır.
Karagöz:  "Hacivat, evi taşımışsın? "
Hacivat: " Doğru taşıdım. "
Karagöz: " Nereye taşıdın? "
Hacivat: " Şu kilisenin beş ev yukarısına. "
Karagöz:  " Kilis'e mi taşındın? "
Hacivat: " Kilis demedim Karagözüm. Kilise dedim. "
Karagöz:  " Kilis'e taşındığına göre Konya'yı görmüşsündür. "
Hacivat: " Konya da nereden çıktı? "
Karagöz:  " Kilis'e giderken kervan Konya'dan geçer. "
Hacivat: " Ne Konya'sı, ne kervanı? "
Karagöz:  " Mervan dayım Konya'da otururdu. Çocukken gitmiştik. "
Hacivat: " Dayının adı Mervan mıydı? "
Karagöz: " Van daha ileride Acem sınırında. "
Hacivat:  " Eee? "
Karagöz: " Orada bir göl varmış. Deniz kadar büyükmüş. "
Hacivat: " Göl  deniz kadar büyük olur mu? Deniz gölden büyüktür. "
Karagöz:  " Marmara Denizi, Ege Denizi. "
Hacivat: " .... "
Karagöz:  " Karadeniz, Akdeniz. "
Hacivat: " Bunları niye sayıyorsun? "
Karagöz:  " Saymayı bilirim, bir, iki, üç. "
Hacivat: " Sonra. "
Karagöz:  " Üç, iki, bir. "
Hacivat: " Sonrası yok mu? Sen kaça kadar okudun? "
Karagöz:  " Üçe kadar. Matematikte birinciydim. "
Hacivat: " Belli, sondan birinci. "
Karagöz:  " Okumam da iyidir. "
Hacivat: " Şu dükkanın levhasını oku bakalım. "
Karagöz:  " Kem küm. "
Hacivat: " Sonra. "
Karagöz:  " Ham hum. "
Hacivat: " Senin neden üçe gidemediğin belli. "
Karagöz:  " Üçe gidecektim ama evden göndermediler. "
Hacivat: " Neden? "
Karagöz:  " Çok şey öğrenmiştim, beynim dolmuştu. "
Hacivat: " Yapma ya? "
Karagöz:  " Bana ayaklı kütüphane diyorlardı. "
Hacivat: " Ayaklı kütüphane ha? "
Karagöz:  " Sen de bir şey bilmiyorsun Hacivat? Sen kaça kadar okudun? "
Hacivat: " Beşi bitirdim. "
Karagöz:  " Beşi  mi? Ben senden çok okumuşum. "
Hacivat: " Vay  vay! Üç mü büyük, beş mi? "
Karagöz:  " Sen de amma cahilsin be Hacivat. Tabi ki üç büyük. "

Yazan: Serdar Yıldırım

----------------------------------------------------------------------


KARAGÖZ İLE HACİVAT: GÜBRE
Hacivat Karagöz'ün evinin önünden geçerken, Karagöz pencereden Hacivat'ın üstüne atlar, boğuşmaya başlarlar. Yoldan geçen adamlar ikiliyi ayırırlar, bunlar sakinleşince adamlar gider. Yalnız kalınca Hacivat sorar: " Aman Karagözüm, bana neden saldırdın? Ben sana ne yaptım? "
Karagöz: " Şuna bak, bir de ne yaptım diye soruyor. "
Hacivat: " Söyle canım efendim, bir suçum varsa bileyim. "
Karagöz: " Cenabettin Bey yalıya bahçıvan arıyormuş. Zoti'yi göndermişsin. "
Hacivat: " Doğrudur. Zoti iyi bahçıvandır "
Karagöz: " Ben kötü bahçıvan mıyım? "
Hacivat: " Hayır, kötü bahçıvan değilsin. "
Karagöz: " O zaman beni gönderseydin. "
Hacivat: " Geçen defa seni gönderdiydim. Bahçedeki güllerin altına insan gübresi dökmüşsün. O kadar gül soldu. "
Karagöz: " Eee Cenabettin Bey geldi, Karagöz gülleri gübrele dedi. "
Hacivat: " Ama olmaz ki, insan gübresi dökülmez ki. "
Karagöz: " Ne gübresi dökülür? "
Hacivat: " Hayvan gübresi dökülür. "
Karagöz: " Kedi, köpek gübresi. "
Hacivat: " Olmaz. "
Karagöz: " Kuş, fare gübresi. "
Hacivat: " Olmaz Karagözüm, olmaz. "
Karagöz: " Bunlar hayvan değil mi? "
Hacivat: " Hayvan ama gübreleri bahçede kullanılmaz. "
Karagöz: " Kullanılırsa ne olur? "
Hacivat: " Topraktaki bitkiyi öldürür. Tarla, bahçe bozulur. "
Karagöz: " .... "
Hacivat: " Bir de Cenabettin Bey'i sokakta kovalamışsın. "
Karagöz: " Kovalarım tabi. Bana kızdı, bağırdı. "
Hacivat: " Kızar, bağırır. Yalının bahçesini tümden bitirdin. Bahçeyi temizletti, yeniden gül ektiriyor. "
Karagöz: " Keşke ben ekseydim gülleri. "
Hacivat: " Artık sana orası yasak. "
Karagöz: " Gülleri eksinler de sonra ben bakımını yaparım. "
Hacivat: " Karagözüm, söyle bakalım ne gübresi kullanırsın? "
Karagöz: " Sen söyle. "
Hacivat: " Ahır hayvanlarının gübresi. Say bakalım. "
Karagöz: " İnek, öküz gübresi. "
Hacivat: " Başka. "
Karagöz: " Boğa, tosun gübresi. "
Hacivat: " Başka. "
Karagöz: " At, eşek gübresi. "
Hacivat: " Başka, başka. "
Karagöz: " Koyun, keçi gübresi. "
Hacivat: " Değil mi ya? İşte bunları kullanmalısın? "
Karagöz: " Bak hepsini bildim. Zoti'yi kov, beni işe al. "
Hacivat: " Zoti'yi kovmam ama seni işe alırım. Yeni bir iş. "
Karagöz: " Yeni bir iş mi? Ne işi bu? "
Hacivat: " Yük taşıyacaksın. Sandık sandık domates. "
Karagöz: " Gündelik ne kadar? "
Hacivat: " Gündelikler hep aynı. Bu işin bir de ayrıcalığı var."
Karagöz: " Ayrıcalık mı? Neymiş o çabuk söyle. "
Hacivat: " İstediğin kadar domates yiyebilirsin. "
Karagöz: " İstediğim kadar mı? Desene yaşadım. Midem bayram edecek. "

Yazan: Serdar Yıldırım
 

Benzer konular

Serdar Yıldırım

Bilge Üye
Katılım
26 Mar 2010
Mesajlar
160
Tepkime puanı
1
Yaş
65
Konum
Bursa
KARAGÖZ İLE HACİVAT: PINARBAŞI MEYDANI
Bursa’daki Pınarbaşı Meydanı’nda takriben yirmi kişilik bir kalabalık toplanmış ve neşeli vakit geçirmekteydi, çünkü orta yerde tartışanlar, gelmiş, geçmiş en iyi güldürü ustalarından ikisiydi: Karagöz ile Hacivat. Dilerseniz şimdi biz de hoşça vakit geçirmek için, tartışmaya küpe olalım ve küpeyi parmağımıza takalım.
Hacivat: “ Olur mu Karagözüm, hiç küpe parmağa takılır mı? “
Karagöz: “ Ya nereye takılır? “
Hacivat: “ Küpe kulağa takılır. Kulağına küpe takan hanımlar, daha bir güzel görünürler. Hanım hanımcık olurlar. “
Karagöz: “ Hamam açıksa bizim hanıma söyleyeyim de, Yaşar’ı da götürsün. Hamamda bir güzel yıkansınlar. “
Hacivat: “ Ah Karagözüm, Yaşar hiç kadınlar hamamına gider miymiş? Büyüdü, kocaman adam oldu. “
Karagöz: “ Kocaman adam mı? Yaşarcık daha altısını sürüyor. “
Hacivat: “ Olsun Karagözüm. Altı yaşında oğlan çocuğu kadınlar hamamına götürülmez,  çünkü kadınlar ondan korkarlar. “
Karagöz: “ Amma yaptın ha Hacivat. Yıllar önce annem beni on beş yaşındayken kadınlar hamamına götürmüştü de yalnız yıkanmıştım. "
Hacivat: “ Yapma ya, iyi ki hamamda kadın yokmuş. “
Karagöz: “ Aslında hamamda yıkanan kadınlar vardı ama ben göbek taşına doğru yürüyünce hamam boşalıverdi. Benden neden kaçtılar, anlayamadım.”
Hacivat: “ Paçalı uzun donunla mı girmiştin hamama. “
Karagöz: “ Sen ne diyorsun Hacivat? Hamamda donla yıkanılmaz ki. “
Pınarbaşı Meydanı’ndaki kalabalık kahkahaların çağırdıklarıyla birlikte kırk kişi olmuştu. Yirmi kişide kırk ayak vardı da, kırk kişide kaç ayak vardı?
Karagöz: “ Bak Hacivat, okumam, yazmam yoktur ama hesabım kuvvetlidir. Kırk kişide altmış ayak vardır. Altmış ayakta dört yüz parmak vardır. “
Hacivat: “ Olur mu Karagözüm. Kırk kişide ikişerden seksen ayak vardır. Seksen ayakta beşerden dört yüz parmak olur. “
Karagöz: “ Tamam işte, ben de dört yüz parmak demiştim. “
Gülmekten gözleri yaşaran, karınlarını tutarak gülen ve yerlerde debelenenler haricindeki çoğulcu kalabalıktan bir alkış tufanı koptu. Hacivat’ın, ama sen altmış ayakta dört yüz parmak demiştin, Karagözüm, dediğini benden başka kimse duymadı.
İnsanlar, doğar, büyür ve olgunlaşırlar. Olgunlaşma geçici değil, kalıcıdır. Olgunlaşma yeni olgunlaşmaları beraberinde getirir. Bu böyle sürüp gider. İnsan olgun bir meyvedir, dersek yanlış olmaz.
Karagöz: “ Olur mu öyle şey, Hacivat? Şimdi ben meyve mi oldum? Elma, armut gibi mi yani? “
Hacivat: “ Hayır, erik gibi. “
Karagöz: “ Demek beni erik yaptın? Şimdi görürsün. Sen de olsan olsan şu ekşi limon olursun. Üç, iki değil, bir işe yaramayan limon. “
Hacivat: “ Doğru Karagözüm. Limon bir işe yaramaz, çok işe yarar. Hani limonu ortadan kesersin, çaya, çorbaya sıkarsın. Tadı leziz olur. “
Karagöz: “ Adı keriz mi olur? “
Hacivat: “ Hayır Karagözüm. Adı keriz değil, tadı leziz olur yani lezzetli olur. İç ferahlatır, gönül açar. “
Karagöz: “ Hayda bre pehlivan. Limon anahtar mı ki, Gönül teyzenin kapısını açsın. Teyzem ellisini geçti hala evlenmedi. Gönül teyzenin gönlünü açacak anahtar daha yapılmadı. “
Dünyanın pek çok şehrinde, belli günlerde pazar kurulur. Bu pazarlarda köyden getirilen sebze, meyve satılır. Pazara gidenin kesesi doluysa ve cimri değilse ürünün en iyisini alır. Anadolu’da sebze ve meyveler şehirlerin isimleriyle anılır olmuştur. Amasya’nın elması, İnegöl’ün pırasası gibi.
Karagöz: “ Bırak ya Hacivat. Ne demek Amasya’nın elması, İnegöl’ün pırasası. Yani elma almak için  Amasya’ya mı gidelim? “
Hacivat: “ Karagözüm, elma almak için, Amasya’ya gitmene gerek yok. Salı pazarında Amasya elması satılıyor. Elma alırken, Amasya elması almak gerekir. “
Karagöz: “ Amasya’nın elması elma da başka yerin elması armut mu? Benim bahçedeki elmalar, Amasya elmasına bin basar. Tadı güzel kokusu hoş, eder insanı sarhoş. “
Hacivat: “ Armut alırken deveci armudunu, üzüm alırken Mürefte üzümünü tercih etmek gerekir. “
Karagöz: “ Deveci armudunu boş ver şimdi. Çocukken köye gittiğimizde dedemin bağına koşardık. Dedemin üzümlerinin tadını, sonraki senelerde yediğim üzümlerin hiçbirinde bulamadım. Elma alırken Bursa elması, pırasa zaten Bursa’dan, armut Bursa’dan, üzüm Bursa’dan, erik Bursa’dan, domates, patates, şeftali, vişne, kiraz hep Bursa’dan. Hey benim güzel Bursam, kovsalar gitmem şu Bursa’dan. “
Hacivat: “ Karagöz, az önce kiraz dedin. Söyle bakalım bu kiraz Bursa’nın neresinde yetişiyor? Sen eskiden hiç yalan söylemezdin. “
Karagöz: “ De git oradan Hacivat. Şimdi de yalan söylemiyorum. On yaşlarındaydım. Edebey Köyü’ne gitmiştik. Orada bir kiraz ağaçları vardı, aklın durur. Sanırsın kiraz ormanı. Epey bir gezindim orada, dallardaki kiraz çokluğundan güneşi göremedim. “
Hacivat: “ Güneş görünmüyorsa orman karanlıktır, kirazları nasıl gördün? “
Karagöz: “ Pöh, şunun sorduğu soruya bak. Kirazların verdiği ışıltı ormanı aydınlatıyordu. Ağaçlara çıktım, belki iki kilo kiraz yedim. Sen Edebey kirazının tadını nereden bileceksin. “
Aradan zaman geçtikçe kalabalık çoğalmış ve yüz kişiyi bulmuştu. Hava kararmaya başlamıştı, akşam oluyordu. İşi tadında bırakmak gerekirdi. Karagöz ile Hacivat ellerini havaya kaldırıp teslim işareti çizdikten sonra kahkahalar bıçak gibi kesildi.
Karagöz: " Haydi bakalım ağalar, bu günlük bu kadar, " dedi ve yürüdü gitti.
Hacivat: " Yarın aynı saatte buluşmak üzere şimdilik hoşça kalın, deyip Karagöz'ün peşine topal ördek gibi yürüyerek takılması kahkahaları meydana paraşütle geri getirdi.

Yazan: Serdar Yıldırım

-----------------------------------------------------------------------------------

KARAGÖZ İLE HACİVAT: İBİŞ SIRTLAN AVINDA
İbiş ok ve yay alarak Uludağ'a sırtlan avına çıkmış. Gezmiş, dolaşmış, ortalıkta hiç sırtlan yokmuş. Derken, Serdar Yıldırım'a rast gelmiş. Serdar yaşadığı zamandan 650 yıl gerideymiş. Elinde tüfek varmış, belinde fişek doluymuş. İbiş'e aslan avına çıktım, demiş.
İbiş: " Hani ok, hani yay? Neyle vuracaksın aslanı? "
Serdar: " Bak İbiş, ok ve yay ilkel silahlar. Bu gördüğün tüfektir. Tüfeğe şu fişeklerden koyarsın, sonra tetiği çektin mi, dan, hop aslan yerde. "
İbiş: " Küçücük fişek mi aslanı yere düşürecek? Fişek aslana çarpar sonra aslan sana kızar. Kaçarken tozu dumana katarsın. Hele yakalamasın aslan seni, bir lokmada yutar. "
Serdar: " Öyle değil işte. Fişek aslanın vücudunu deler geçer. "
İbiş: " Dediğin gibi olsun. Sen bu tüfekle aslan avladın mı? "
Serdar: " Avlamam mı? Yüzden çok aslan vurdum."
İbiş: " Yüzden çok mu? Hepsini Uludağ'da mı vurdun? "
Serdar: " Tabi ya ne sandın? "
İbiş: " Ama Uludağ'da aslan yok diyorlar. "
Serdar: " Var canım, olmaz olur mu? Ormanın derinlikleri aslan kaynıyor. İstersen gidelim, bak Uludağ'da aslan var mı, yok mu, kendi gözlerinle gör. "
İbiş: " Çok isterdim ama şunu başka bir güne bıraksak. "
Serdar: " Sen nasıl istersen İbiş. Aslan avı cesaret isteyen bir iş. Kolay olsaydı her önüne gelen aslan avcısı olurdu."
İbiş ile Serdar çene yarıştırırken ileriden iki avcının geldiğini görmüşler. Bunlar Karagöz ile Hacivat'mış. Karagöz ile Hacivat, İbiş'i tanıyorlarmış, Serdar ile de tanışmışlar.
Karagöz Serdar'ın aslan avına çıktığını duyunca şaşırmış. Tüfek, fişek olayını duyunca aklı karışmış. Serdar, ben bu tüfekle Uludağ'da yüz aslan vurdum, deyince kaşları çatılmış.
Karagöz: " Bak Serdar, bol keseden konuşma. Ben böyle şeylere kızarım. İbiş de atar tutar ama sen onu beşe katladın. İbiş'i dövdüm, seni de döverim. "
Bunun üzerine Serdar: " Geçen kış aralık ayında Uludağ'a çıkmıştım. Ne bereketli avdı. Dört tane gergedan avladım. " deyince Karagöz Serdar'ın üstüne atıldı. Aralarında bir boğuşma başladı. İkisi birlikte yere yuvarlanınca Serdar İbiş'in yardımıyla Karagöz'ün elinden kurtuldu, kaçmaya başladı. Karagöz Serdar'ın peşine takıldı. Az sonra yorulan Karagöz bir taşın üstüne oturarak Hacivat'ın ve İbiş'in gelmesini beklemeye başladı. Onlar geldikten sonra Karagöz:  " Geyik gibi koşuyor, yakalamak ne mümkün. "
Hacivat: " Aman Karagözüm, yakalayamadın iyi oldu. "
Karagöz: " Nee? Sen hangi taraftansın Hacivat? "
Hacivat: " Ben senin tarafındanım Karagözüm. "
Karagöz: " Ama ondan tarafa çıktın. "
Hacivat: " Serdar İbiş'le konuşurken, biz araya girdik. Nasıl olsa bir şey vuracağımız yok. Bırak anlatsın. Avda böyle hikayelerin anlatılması ava renk verir. Ortam neşelenir. Bol bol gülünür. "
Karagöz: " Orhan neşelensin, gülsün. Ben gülemem. Boş keseden böyle avcı hikayelerini duyunca kan beynime çıkıyor. "
Hacivat: " Canım Karagözüm, büyüklük göster. Bırak gelsin, anlatsın. "
İbiş: " Sen büyüksün, yücesin, güçlüsün Karagöz Baba. He mi, geliversin mi? "
Karagöz: " Siz bu kadar istedikten sonra.. Gelsin bakalım. "
Hacivat'ın çağırmasıyla Serdar anında onların yanında bitti. Karşısındaki Karagöz'ün kara gözlerinin içine bakarak avcı hikayelerinin son versiyonunu anlatmaya başladı:
" Bir çakal varmış. Bu çakal tilkiden kurnaz, kurttan kavgacıymış. Kaplanları rakip bilmiş. Uludağ'da günün her saati kaplan kovalarmış. Kaplanların çakal karşılarına çıkacak diye ödü koparmış. Olaydan haberim oldu. Tüfek, tesisat kuşandım. Tam tekmil çakalı aramaya koyuldum. Çakala benim onu aradığımı söylemişler. Çakal yüz arkadaşını toplayıp geldi, benim etrafımı sardılar. Tüfekle çaktım aldım. Son kalan çakal, çak al beni de, dedi. Çaktım o çakalı da aldım. Dünya kurulalı beri böyle bir avcı görmekse Uludağ'ın kısmeti oldu. Uludağ benimle ne kadar gururlansa azdır. "
Müdahale etmemek için kendini zorlayan, hırstan dudağını ısırarak kanatan Karagöz dinamit gibi patladı. Önüne çıkan İbiş'e vurdu, Serdar'a vurdu. Yere yuvarlanan İbiş'le Serdar kaçıp gittiler. Karagöz'ü sakinleştirmek Hacivat'a düştü. İleride dere boyunda İbiş'le Serdar yüzlerini yıkayıp, su içtiler, biraz kendilerine geldiler.
İbiş: " Karagöz amma kızdı ha. Arada ben de tokadı yedim. Gülüp geçeceği yerde kızıyor. "
Serdar: " Doğru İbiş. Ben böyle hikayeleri eğlencelik olsun diye anlatıyorum. Son hikayeyi anlatırken, onun gülmese bile kızmayacağını düşündüm. Gülmedi ama kızdı. Hem çok kızdı. Hacivat'ın güldüğü yanına kar kaldı. Sen ne kar ne zarardasın. Ben de bu işten sebeplendim. "
İbiş: " Nee, sebeplendin mi? Tokadı yedin yeri öptün, sonra? "
Serdar: " Bir haftadır ağrıyan çürük dişim vardı. Sallanıp duruyordu. Korkudan dişçiye gidememiştim. Karagöz bir tokatta o dişi bana yutturdu. Buraya gelirken konuşmadık ya dilimi diş oyuğunda tutup kanı durdurdum. Derede ağzımı çalkaladım. İnanmazsan gel de bak. "
İbiş gelir, bakar: " Gerçekten oradan yeni diş çıkmış. Belli oluyor. " der ve kahkahalarla güler.

SON

 
Üst