C
cendere
Ziyaretçi
"kime Ne!" Demek Kolay Mıdır Sanıyorsun?
dücane Cündioğlu
türkiye'de Resmî Kamu Görevlileri Acaba Hangi İlkeler Üzerine Yemin Ediyorlar? Tesbit Edebildiğim Kadarıyla, Biri Değişmeyen, Tam Üç İlke Üzerine: Namus, Şeref, Vicdan.
askerlerin, Üzerine Yemin Ettikleri Bir Tek İlke Var: Namus.
buna Mukabil, Cumhurbaşkanlarının, Milletvekillerinin, Anayasa Mahkemesi Üyelerinin, Devlet Memurlarının, Polislerin Ve Yeminli Mâlî Müşavirlerin Üzerine Yemin Ettikleri İlke Sayısı İki: Namus Ve Şeref.
iş Hukuka İntikal Edince, 'şeref' Kelimesi Gidiyor, Yerine 'vicdan' Geliyor. Çünkü Avukatlar Ve Şahitler Şu İki İlke Üzerine Yemin Ediyorlar: Namus Ve Vicdan.
bugün Türkçe'de Namus, Şeref, Haysiyet Mânâları Karşılığında Yaygın Olarak Onur Sözcüğü Kullanılıyor. Onur, Bize Kırım Harbinin Bir Hatırası. İngiliz Ve Fransız Müttefiklerimizden Kalan Bir Hatıra Hem De.
aslı: Honour. Hem Namus, Hem Şeref, Hem Haysiyet. Hepsi Bir Arada.
bütün Bu Kelimelerin Temsil Ettiği Anlam, Bir Zamanlar Osmanlıca'da Bir Tek Tamlama Tarafından Karşılanabiliyordu: İzzet-i Nefs.
dolayısıyla İzzet-i Nefs'ten Sözedilmediği Yerde, Namus, Şeref, Haysiyet Gibi Duygulardan Da Söz Edilemiyordu.
* * *
nefsini Aziz Kılmayı Beceremeyenin Şerefi Olur Mu?
avam Nezdinde, Olmaz! Yani İzzet-i Nefsine Düşkün Olmayanın Şerefinden De Söz Edilemez. Halbuki Nefsi Değil Aziz, Bizzat Zelil Kılmayı Marifet Sayan Melâmet Taifesi Nezdinde İzzet-i Nefsin Bir Değeri Olmadığı İçin, Yüksekliğin Alâmeti Nefsin İzzetinde Değil, Zilletindedir.
meseleye İlgi Duyanlar, Önce, "ben Melamet Hırkasını Kendim Giydim Eynime / Ar U Namus Şişesini Taşa Çaldım Kime Ne!" Diyen Nesimî'nin Dünyasına Nüfuz Etmeye Çalışsınlar, Sonra Da O Dünyada İzzet-i Nefsin Ne Değeri Olabileceğini Düşünsünler.
biz De Bu Arada Şeref (honour) Kavramının Modern Batı Düşüncesi İçerisinde Nasıl Yorumlandığına Bir Göz Atalım.
* * *
bir
ilk Örneğimi, Bir Filozofun Metninden, Descartes'ın (öl. 1650) "les Passions De L-âme" Adlı Eserinden Vermek İsterim.
— "şeref, Kişinin Nefsine Duyduğu Muhabbetten Aldığı Bir Haz Türüdür, Ve Bu Haz Başkaları Tarafından Da Övüleceğine Dair Olan Bir Kanı Ve Ümitten Kaynaklanır."
burada Dikkat Edilmesi Gereken, Şeref Kavramının İki Yönü. Bir Yönü İnsanın Kendisine Bakıyor, Diğer Yönü İse Başkalarına. Yani Başkaları Tasavvur Edilmedikçe, Nefsin İzzetinden Söz Edilemez.
şerefli Olmak, Hakikatte Öyle Olmaktan Çok, Başkaları Nezdinde Öyle Görülmektir.
* * *
iki
descartes'ın Yukarıdaki Tanımı, Kısa Bir Süre Sonra, Huysuz Ve Fakat O Denli De Kudretli Talebelerinden Spinoza'nın (öl. 1677) "ethica"sında Şu Hâli Alacaktır:
— "şeref, Başkalarınca Övülmüş Olduğunu Tasavvur Ettiğimiz Bir Fiilimizin Kavramıyla Birlikte Bulunan Hazdır."
aynı Tesbit Burada Da Geçerli. Bir Fiilimizin Bize Haz Verebilmesi İçin, O Fiilin Muhakkak Başkaları Nezdinde De İtibar Görmesi Gerekir.
inzivada Tek Başına Yaşayan Birinin Şerefinden Veya İzzet-i Nefsinden Söz Edebilir Misiniz?
biraz Yalnız Kalın Bakalım, Ortada İzzet Filan Kalıyor Mu?
* * *
üç
bir Asır Sonra, David Hume (öl. 1776) "a Treatise Of Human Nature" Adlı Eserinde Bizi Şu Şekilde Uyaracaktır.
— "başkalarının Övgüleri, Bizim Kendi Görüşümüzle Örtüşmediği Ve Üstünlük Gösterdiğimiz Başlıca Vasıflardan Ötürü Bizi Yüceltmediği Takdirde Bize Haz Vermez." (the Praises Of Others Never Gives Us Much Pleasure, Unless They Concur With Our Own Opinion, And Extol Us For Those Qualities, İn Which We Chiefly Excel.)
yani, Tek Başına Övgü Yetmiyor, Bu Övgülerin Bizim Kendi Hakkımızdaki Hüsn-i Zannımızı Teyid Etmesi De Gerekiyor.
descartes'ın İşaret Gibi, Nefse Duyulan Muhabbet Yoksa, Haz Da Yoktur.
* * *
dört
şeref Hakkında Rastladığım En Has Tanımlardan Biri De Jacob Burckhardt'a Ait. Nietzsche'nin Yakın Dostu Olan Bu âlim (öl. 1897), "die Cultur Der Renaissance İn Italien" Adlı Kitabında Şeref Duygusunu (ehrgefühl) Şöyle Tanımlıyor:
— "şeref, Vicdan İle Bencillik Arasındaki Gizemli Alaşımdır."
yazar Şeref Duygusunu (ehrgefühl) Şöhret Düşkünlüğünden (ruhmbegier) Ayırdetmenin Çok Zor Olduğunu Da Belirtiyor.
descartes'ın Tanımındaki İki Yön, Burckardt'ın Tanımında Daha Veciz Bir Hâl Almış: Vicdan Ve Bencillik. İlki Diğergâmlığın Kaynağı, İkincisi İse Hodgâmlığın. Bu İki Eğilim Arasındaki Çatışmadan Da Onur (namus, Şeref Ve Haysiyet) Denilen Duygu Zuhur Ediyor. Öyle Ki Madalyası Bile Var: Légion D'honneur.
* * *
ey Talib, Hem Melâmet Hırkasını Kendi Eynine Kendin Giydiğini Söylüyorsun, Hem De Başkalarının Senin Hakkında Ne Düşündüğünü Önemsiyorsun.
sen, Aklınca, "kime Ne?" Demenin Kolay Olduğunu Sanıyorsun. Öyleyse, Hakkını Vermek Suretiyle Şöyle Bir "kime Ne?" Diye Bağır Da Duyalım.
yapamıyorsan, O Hırkayı Üzerinden Çıkar, Ve Bir An Evvel Git O Şuh Meclise! Git Ve Gelme, Çünkü Orada İzzet-i Nefsin Üzerine Yemin Etmeni Bekleyen Dostların Var.
dücane Cündioğlu
türkiye'de Resmî Kamu Görevlileri Acaba Hangi İlkeler Üzerine Yemin Ediyorlar? Tesbit Edebildiğim Kadarıyla, Biri Değişmeyen, Tam Üç İlke Üzerine: Namus, Şeref, Vicdan.
askerlerin, Üzerine Yemin Ettikleri Bir Tek İlke Var: Namus.
buna Mukabil, Cumhurbaşkanlarının, Milletvekillerinin, Anayasa Mahkemesi Üyelerinin, Devlet Memurlarının, Polislerin Ve Yeminli Mâlî Müşavirlerin Üzerine Yemin Ettikleri İlke Sayısı İki: Namus Ve Şeref.
iş Hukuka İntikal Edince, 'şeref' Kelimesi Gidiyor, Yerine 'vicdan' Geliyor. Çünkü Avukatlar Ve Şahitler Şu İki İlke Üzerine Yemin Ediyorlar: Namus Ve Vicdan.
bugün Türkçe'de Namus, Şeref, Haysiyet Mânâları Karşılığında Yaygın Olarak Onur Sözcüğü Kullanılıyor. Onur, Bize Kırım Harbinin Bir Hatırası. İngiliz Ve Fransız Müttefiklerimizden Kalan Bir Hatıra Hem De.
aslı: Honour. Hem Namus, Hem Şeref, Hem Haysiyet. Hepsi Bir Arada.
bütün Bu Kelimelerin Temsil Ettiği Anlam, Bir Zamanlar Osmanlıca'da Bir Tek Tamlama Tarafından Karşılanabiliyordu: İzzet-i Nefs.
dolayısıyla İzzet-i Nefs'ten Sözedilmediği Yerde, Namus, Şeref, Haysiyet Gibi Duygulardan Da Söz Edilemiyordu.
* * *
nefsini Aziz Kılmayı Beceremeyenin Şerefi Olur Mu?
avam Nezdinde, Olmaz! Yani İzzet-i Nefsine Düşkün Olmayanın Şerefinden De Söz Edilemez. Halbuki Nefsi Değil Aziz, Bizzat Zelil Kılmayı Marifet Sayan Melâmet Taifesi Nezdinde İzzet-i Nefsin Bir Değeri Olmadığı İçin, Yüksekliğin Alâmeti Nefsin İzzetinde Değil, Zilletindedir.
meseleye İlgi Duyanlar, Önce, "ben Melamet Hırkasını Kendim Giydim Eynime / Ar U Namus Şişesini Taşa Çaldım Kime Ne!" Diyen Nesimî'nin Dünyasına Nüfuz Etmeye Çalışsınlar, Sonra Da O Dünyada İzzet-i Nefsin Ne Değeri Olabileceğini Düşünsünler.
biz De Bu Arada Şeref (honour) Kavramının Modern Batı Düşüncesi İçerisinde Nasıl Yorumlandığına Bir Göz Atalım.
* * *
bir
ilk Örneğimi, Bir Filozofun Metninden, Descartes'ın (öl. 1650) "les Passions De L-âme" Adlı Eserinden Vermek İsterim.
— "şeref, Kişinin Nefsine Duyduğu Muhabbetten Aldığı Bir Haz Türüdür, Ve Bu Haz Başkaları Tarafından Da Övüleceğine Dair Olan Bir Kanı Ve Ümitten Kaynaklanır."
burada Dikkat Edilmesi Gereken, Şeref Kavramının İki Yönü. Bir Yönü İnsanın Kendisine Bakıyor, Diğer Yönü İse Başkalarına. Yani Başkaları Tasavvur Edilmedikçe, Nefsin İzzetinden Söz Edilemez.
şerefli Olmak, Hakikatte Öyle Olmaktan Çok, Başkaları Nezdinde Öyle Görülmektir.
* * *
iki
descartes'ın Yukarıdaki Tanımı, Kısa Bir Süre Sonra, Huysuz Ve Fakat O Denli De Kudretli Talebelerinden Spinoza'nın (öl. 1677) "ethica"sında Şu Hâli Alacaktır:
— "şeref, Başkalarınca Övülmüş Olduğunu Tasavvur Ettiğimiz Bir Fiilimizin Kavramıyla Birlikte Bulunan Hazdır."
aynı Tesbit Burada Da Geçerli. Bir Fiilimizin Bize Haz Verebilmesi İçin, O Fiilin Muhakkak Başkaları Nezdinde De İtibar Görmesi Gerekir.
inzivada Tek Başına Yaşayan Birinin Şerefinden Veya İzzet-i Nefsinden Söz Edebilir Misiniz?
biraz Yalnız Kalın Bakalım, Ortada İzzet Filan Kalıyor Mu?
* * *
üç
bir Asır Sonra, David Hume (öl. 1776) "a Treatise Of Human Nature" Adlı Eserinde Bizi Şu Şekilde Uyaracaktır.
— "başkalarının Övgüleri, Bizim Kendi Görüşümüzle Örtüşmediği Ve Üstünlük Gösterdiğimiz Başlıca Vasıflardan Ötürü Bizi Yüceltmediği Takdirde Bize Haz Vermez." (the Praises Of Others Never Gives Us Much Pleasure, Unless They Concur With Our Own Opinion, And Extol Us For Those Qualities, İn Which We Chiefly Excel.)
yani, Tek Başına Övgü Yetmiyor, Bu Övgülerin Bizim Kendi Hakkımızdaki Hüsn-i Zannımızı Teyid Etmesi De Gerekiyor.
descartes'ın İşaret Gibi, Nefse Duyulan Muhabbet Yoksa, Haz Da Yoktur.
* * *
dört
şeref Hakkında Rastladığım En Has Tanımlardan Biri De Jacob Burckhardt'a Ait. Nietzsche'nin Yakın Dostu Olan Bu âlim (öl. 1897), "die Cultur Der Renaissance İn Italien" Adlı Kitabında Şeref Duygusunu (ehrgefühl) Şöyle Tanımlıyor:
— "şeref, Vicdan İle Bencillik Arasındaki Gizemli Alaşımdır."
yazar Şeref Duygusunu (ehrgefühl) Şöhret Düşkünlüğünden (ruhmbegier) Ayırdetmenin Çok Zor Olduğunu Da Belirtiyor.
descartes'ın Tanımındaki İki Yön, Burckardt'ın Tanımında Daha Veciz Bir Hâl Almış: Vicdan Ve Bencillik. İlki Diğergâmlığın Kaynağı, İkincisi İse Hodgâmlığın. Bu İki Eğilim Arasındaki Çatışmadan Da Onur (namus, Şeref Ve Haysiyet) Denilen Duygu Zuhur Ediyor. Öyle Ki Madalyası Bile Var: Légion D'honneur.
* * *
ey Talib, Hem Melâmet Hırkasını Kendi Eynine Kendin Giydiğini Söylüyorsun, Hem De Başkalarının Senin Hakkında Ne Düşündüğünü Önemsiyorsun.
sen, Aklınca, "kime Ne?" Demenin Kolay Olduğunu Sanıyorsun. Öyleyse, Hakkını Vermek Suretiyle Şöyle Bir "kime Ne?" Diye Bağır Da Duyalım.
yapamıyorsan, O Hırkayı Üzerinden Çıkar, Ve Bir An Evvel Git O Şuh Meclise! Git Ve Gelme, Çünkü Orada İzzet-i Nefsin Üzerine Yemin Etmeni Bekleyen Dostların Var.