C
cendere
Ziyaretçi
LALE DEVRİ
Türkiye târihinde Pasarofça Antlaşması ile Sultan Üçüncü Ahmed Han'ın tahttan indirilmesi (1730) arasındaki dönem.
Lâle Devri, Osmanlı Sultanı Üçüncü Ahmed Han (1703-1730) ve Vezir-i âzam Nevşehirli Damad İbrahim Paşa zamanında Osmanlı-Rus-Avusturya-Venedik harplerinden sonra imzâlanan Prut ve Pasorofça antlaşması ardından başladı. Yıllarca süren harpler ve isyânlardan bıkan ahâli, antlaşmalardan sonra savaştan uzak bir hayat sürmeye başladı. İstanbul’da sünnet ve düğün merâsimleri artarak, mevsimine göre kır, deniz seyahatları ve helva sohbetleri tertiplendi. Pâdişah dahil, devlet adamları baharda, lâle mevsiminde Sâdâbâd, Şerefâbâd Bağ-ı Ferah, Emnâbâd, Hüsrevâbâd, Hümâyûnabâd, Kasr-ı Süreyya, Vezirbahçesi köşklerine, Tersâne Bahçesi, Çırağan Bahçesi, Beşiktaş yalılarına giderlerdi.
Devlet adamları, ahâli ve çiçekçi esnafı, iki yüzden fazla lâle çeşidi yetiştirip, bu bitkiye karşı alâka artmıştır. “Mahbud”, devrin en meşhur ve pahalı lâle çeşidi oldu. İstanbul başta olmak üzere bütün memleket sathında park, bahçe tanzimi, köşk, saray, çeşme, sebil, imâret, medrese, kütüphane ve câmiler dâhil pek çok sanat eseri yapıldı. Aslında bu devir, Türk bahçe ve park anlayışının mükemmel bir tezâhürüdür ve Avrupa bunu “Turquerie” adıyla taklit etmiştir. Bu devirde ayrıca, inşâ ve tâmir edilen sanat eserlerinin süslenip, tezyini için İstanbul’a çini fabrikası kuruldu. Bugünkü Nevşehir, bu devrin eseridir.
Yine bu devirde, 16. yüzyıldan beri İstanbul’da ve diğer Osmanlı şehirlerinde Arapça, Ermenice, İbrânice, Rumca kitap basan matbaaların ardından, Şeyhülislâm Abdullah Efendinin fetvâsı ile, aslında bir eksiklik olan, Osmanlıca kitap basımı da gerçekleşti. Matbaada basılacak kitapların kontrolü için âlimler vazifelendirildi. İstanbul’da bulunan doksan bin kadar hattatın durumları dikkate alınarak, ilk zamanlar dînî kitap basılmadı. Hattatlıkla uğraşan kalem ehlinin bir kısmı matbaada tab (baskı) işlerinde musahhihlik yaparak zamanla denge sağlandı ve dînî kitapların basımına geçildi. Matbaanın ve hattatların ihtiyacını karşılamak için kâğıt fabrikası kuruldu. Avrupa ile münasebetler arttırılıp, Viyana’ya konsolos tayin edilerek, çeşitli başşehirlere dostluk nâmeleri gönderildi.
Sonradan “Lâle Devri” diye adlandırılan 1718-1730 tarihleri arasındaki yıllar sulh, sükun ve huzurla geçtiğinden Osmanlı kültür, sanat ve ilim âleminde kıymetli şahsiyetler yetişti. Hattatlar vasıtasıyla eski eserler çoğaltılarak, her tarafa dağıtıldı. Damad İbrahim Paşa, tarihe meraklı olduğundan birçok tarih kitaplarının yazmaları kontrol edilip, karşılaştırmalı olarak hattatlara yazdırılıp çoğaltıldı. İlmi encümen, heyet ve büroları kurularak, Arapça, Farsça, Yunanca kitaplar tercüme edildi. Bu devirde yapılan saray ve köşklerdeki ilim meclislerine, sohbetlere kıymetli âlimler, sanatkârlar, şâirler ve edipler katılırdı. Sohbetlere doğu dillerini iyi bilen ve ilim erbâbından şâir Nedim ayrı bir renk katardı. Nedim, Lâle Devrinin günlük hayatını ve İstanbul’un tasvirini:
Bu şehr-i Stanbul ki, bî-misl ü behâdır,
Bir sengine yekpâre Acem mülkü fedâdır,
Bâzâr-i hüner ma’den-i ilm ü ülemâdır.
mısralarıyla yapmıştır.
İran meselesi; devlet adamlarının îmar faaliyetlerini, ordudaki düzenlemeleri ve meclis toplantılarını istemeyen yabancılar; yazılan eserlerin yanlış açıklanıp, anlaşılması gibi sebepler, Lâle Devrindeki huzur ve âhengi bozdu. Patrona Halil adında devşirme bir tellak yeniçeri, Sultan Üçüncü Ahmed Han sefer hazırlıkları içindeyken ve tatil günü devlet adamlarının yazlıklarda bulundukları esnâda, isyanı başlattı. 28 Eylül 1730 tarihinde meydana gelen Patrona Halil İsyânı'yla Damad İbrahim Paşa ve yakınları, âsilerin arzusuyla vazifeden alınıp, öldürüldü. Âsiler, seksen sekizinci İslâm halifesi ve yirmi üçüncü Osmanlı Sultanı Üçüncü Ahmed Hanın da hal’ini istediler. İstanbul’da yapılan yalılar yağma edilip yıkılarak, lâle bahçeleri tahrip edildi. Birçok güzîde sanat eseri, âsi ve yağmacıların tahribine uğradı. Sanatkârlar, şâirler, edipler, ilim ve devlet adamları, öldürüldü.
Damad İbrahim Paşanın öldürülmesi ve Sultan Üçüncü Ahmed Hanın tahttan indirilmesi ile Türkiye tarihinde Lâle Devri (1718-1730) sona erdi. Bu devir; sulh, sükûn, huzur, imar faaliyetleri, güzîde sanat eserleri yapılması, ilmî eserlerin çoğaltılarak dağıtılması, ihtiyaç duyulan maddelerin ülkede imalâtı için fabrika tesisi, askerî yenilikler, dünyada olup biten yenilik ve olayların takip edilmesi için Viyana (1719) ve Paris’e (1721) elçilik heyetleri gösterilmesi, İstanbul’da itfaiye teşkilâtının kurulması; âlim, edip, şâir ve sanatkârların korunmasına ayrı bir itinâ gösterilmesi bakımından, Türkiye tarihinde ayrı bir yer tuttuğundan, çok önemlidir. Padişah ve şâirlerin başlattığı gerçek batılılaşma da bu devirde başlamış, fakat bu ve bundan sonra gelecek isyanlar, her türlü yenilik faaliyetini neticesiz kılmıştır.
Alıntı
Türkiye târihinde Pasarofça Antlaşması ile Sultan Üçüncü Ahmed Han'ın tahttan indirilmesi (1730) arasındaki dönem.
Lâle Devri, Osmanlı Sultanı Üçüncü Ahmed Han (1703-1730) ve Vezir-i âzam Nevşehirli Damad İbrahim Paşa zamanında Osmanlı-Rus-Avusturya-Venedik harplerinden sonra imzâlanan Prut ve Pasorofça antlaşması ardından başladı. Yıllarca süren harpler ve isyânlardan bıkan ahâli, antlaşmalardan sonra savaştan uzak bir hayat sürmeye başladı. İstanbul’da sünnet ve düğün merâsimleri artarak, mevsimine göre kır, deniz seyahatları ve helva sohbetleri tertiplendi. Pâdişah dahil, devlet adamları baharda, lâle mevsiminde Sâdâbâd, Şerefâbâd Bağ-ı Ferah, Emnâbâd, Hüsrevâbâd, Hümâyûnabâd, Kasr-ı Süreyya, Vezirbahçesi köşklerine, Tersâne Bahçesi, Çırağan Bahçesi, Beşiktaş yalılarına giderlerdi.
Devlet adamları, ahâli ve çiçekçi esnafı, iki yüzden fazla lâle çeşidi yetiştirip, bu bitkiye karşı alâka artmıştır. “Mahbud”, devrin en meşhur ve pahalı lâle çeşidi oldu. İstanbul başta olmak üzere bütün memleket sathında park, bahçe tanzimi, köşk, saray, çeşme, sebil, imâret, medrese, kütüphane ve câmiler dâhil pek çok sanat eseri yapıldı. Aslında bu devir, Türk bahçe ve park anlayışının mükemmel bir tezâhürüdür ve Avrupa bunu “Turquerie” adıyla taklit etmiştir. Bu devirde ayrıca, inşâ ve tâmir edilen sanat eserlerinin süslenip, tezyini için İstanbul’a çini fabrikası kuruldu. Bugünkü Nevşehir, bu devrin eseridir.
Yine bu devirde, 16. yüzyıldan beri İstanbul’da ve diğer Osmanlı şehirlerinde Arapça, Ermenice, İbrânice, Rumca kitap basan matbaaların ardından, Şeyhülislâm Abdullah Efendinin fetvâsı ile, aslında bir eksiklik olan, Osmanlıca kitap basımı da gerçekleşti. Matbaada basılacak kitapların kontrolü için âlimler vazifelendirildi. İstanbul’da bulunan doksan bin kadar hattatın durumları dikkate alınarak, ilk zamanlar dînî kitap basılmadı. Hattatlıkla uğraşan kalem ehlinin bir kısmı matbaada tab (baskı) işlerinde musahhihlik yaparak zamanla denge sağlandı ve dînî kitapların basımına geçildi. Matbaanın ve hattatların ihtiyacını karşılamak için kâğıt fabrikası kuruldu. Avrupa ile münasebetler arttırılıp, Viyana’ya konsolos tayin edilerek, çeşitli başşehirlere dostluk nâmeleri gönderildi.
Sonradan “Lâle Devri” diye adlandırılan 1718-1730 tarihleri arasındaki yıllar sulh, sükun ve huzurla geçtiğinden Osmanlı kültür, sanat ve ilim âleminde kıymetli şahsiyetler yetişti. Hattatlar vasıtasıyla eski eserler çoğaltılarak, her tarafa dağıtıldı. Damad İbrahim Paşa, tarihe meraklı olduğundan birçok tarih kitaplarının yazmaları kontrol edilip, karşılaştırmalı olarak hattatlara yazdırılıp çoğaltıldı. İlmi encümen, heyet ve büroları kurularak, Arapça, Farsça, Yunanca kitaplar tercüme edildi. Bu devirde yapılan saray ve köşklerdeki ilim meclislerine, sohbetlere kıymetli âlimler, sanatkârlar, şâirler ve edipler katılırdı. Sohbetlere doğu dillerini iyi bilen ve ilim erbâbından şâir Nedim ayrı bir renk katardı. Nedim, Lâle Devrinin günlük hayatını ve İstanbul’un tasvirini:
Bu şehr-i Stanbul ki, bî-misl ü behâdır,
Bir sengine yekpâre Acem mülkü fedâdır,
Bâzâr-i hüner ma’den-i ilm ü ülemâdır.
mısralarıyla yapmıştır.
İran meselesi; devlet adamlarının îmar faaliyetlerini, ordudaki düzenlemeleri ve meclis toplantılarını istemeyen yabancılar; yazılan eserlerin yanlış açıklanıp, anlaşılması gibi sebepler, Lâle Devrindeki huzur ve âhengi bozdu. Patrona Halil adında devşirme bir tellak yeniçeri, Sultan Üçüncü Ahmed Han sefer hazırlıkları içindeyken ve tatil günü devlet adamlarının yazlıklarda bulundukları esnâda, isyanı başlattı. 28 Eylül 1730 tarihinde meydana gelen Patrona Halil İsyânı'yla Damad İbrahim Paşa ve yakınları, âsilerin arzusuyla vazifeden alınıp, öldürüldü. Âsiler, seksen sekizinci İslâm halifesi ve yirmi üçüncü Osmanlı Sultanı Üçüncü Ahmed Hanın da hal’ini istediler. İstanbul’da yapılan yalılar yağma edilip yıkılarak, lâle bahçeleri tahrip edildi. Birçok güzîde sanat eseri, âsi ve yağmacıların tahribine uğradı. Sanatkârlar, şâirler, edipler, ilim ve devlet adamları, öldürüldü.
Damad İbrahim Paşanın öldürülmesi ve Sultan Üçüncü Ahmed Hanın tahttan indirilmesi ile Türkiye tarihinde Lâle Devri (1718-1730) sona erdi. Bu devir; sulh, sükûn, huzur, imar faaliyetleri, güzîde sanat eserleri yapılması, ilmî eserlerin çoğaltılarak dağıtılması, ihtiyaç duyulan maddelerin ülkede imalâtı için fabrika tesisi, askerî yenilikler, dünyada olup biten yenilik ve olayların takip edilmesi için Viyana (1719) ve Paris’e (1721) elçilik heyetleri gösterilmesi, İstanbul’da itfaiye teşkilâtının kurulması; âlim, edip, şâir ve sanatkârların korunmasına ayrı bir itinâ gösterilmesi bakımından, Türkiye tarihinde ayrı bir yer tuttuğundan, çok önemlidir. Padişah ve şâirlerin başlattığı gerçek batılılaşma da bu devirde başlamış, fakat bu ve bundan sonra gelecek isyanlar, her türlü yenilik faaliyetini neticesiz kılmıştır.
Alıntı