C
cendere
Ziyaretçi
Peygamber Efendimiz’e Ne Kadar Saygılıyız
İnsanlığın iftihar tablosu, gaye ölçüsünde bir vesile olan Peygamber Efendimiz’den ve O’nun getirdiği mesajdan istifade ve istifaze O’na olan saygı ile doğru orantılıdır.
Ne kadar saygılı isek o kadar istifade ederiz. Saygının renk attığı, aşındırıldığı bir yerde Sonsuz Nur’un nurunun gönüllerde makes bulmasından söz edilemez.
Günümüzde kaybettiğimiz, aşındırdığımız değerleri sıralasak şüphesiz ilk sırada gelmesi gereken “Allah’a ve Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)e olması gereken saygı ve ihtiram fukaralığı daha doğrusu derbederliği gelir.
Neye ne ölçüde ve nasıl saygı ve hürmet göstereceğiz? Bunun ölçüsü nedir? Bizim beşerî kriterlerimiz ölçü olabilir mi? Şahıstan şahısa değişen, fertlerin idrak ve kapasite ufkuna bağlı olan kriterler herkesi kucaklayacak ölçüde belirleyici olabilir mi? Saygı gösterme diyoruz da bunun esası, içte duyulup hissedilen hürmetin tavır ve davranışlarımıza boyasını çalması; kendi rengini vermesi demektir. Tabii ki her şeyde olduğu/olması gerektiği gibi Peygamber Efendimiz’e saygı ve hürmette de objektif ve aşkın ölçü ve kriterler olan ilahî kriterlere riayet etmek inanmanın, akıl ve mantığın tabii bir neticesi olsa gerektir. Yüce Mevlâ bu çok önemli olan hususa şu şekilde dikkatleri çekmiştir: “Her kim Allah’ın şeâirine saygı gösterirse, şüphesiz bu, kalblerin takvasındandır.” (Hac, 22/32) Allah neye ne ölçüde değer veriyorsa bir Müslümanın, bir müminin de ona o ölçüyü esas alması onun Allah’a bağlılığının, takva dairesinde yaşamasının göstergesidir. Allah’ın büyük gördüğünü büyük; küçük gördüğünü küçük görme yani değerler sistematiğini ilahi kriterlere göre belirleme ve hayatını ona göre dizayn etme kulluk seviyesinin en önemli değeri olan takva dairesinde yaşamanın göstergesidir.
Her hususta ilahî kriterleri belirleyen Kur’an ve O’nun vahiy orijinli yorumu olan Sünnet-i Seniyye, Peygamber Efendimiz (aleyhi ekmelü’t-tehâyâ) e karşı nasıl saygılı ve hürmetli olmamızın ölçülerini vermekte, bize edep dersi öğretmektedir.
Bu hususta bir Müslüman olarak ilk riayet edilmesi gereken husus, Peygamber Efendimiz’in mübarek nâmı celilini ağzımıza alırken, telaffuz ederken gösterilmesi gereken saygı ve edeptir. Çoğu zaman dikkat etmediğimiz bu noktada Allah Teala şu edep dersini bize vermektedir: “ Birbirinize seslendiğiniz, çağırdığınız gibi Allah’ın şanı yüce elçisine öyle seslenmeyin, hitap etmeyin!” (Nur suresi, 24/63) Bunun kısaca manası şudur: Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve selem)in mübarek ismini ağzınıza alırken daha doğrusu dudaklarınızda misafir ederken herhangi bir insandan; arkadaştan, dosttan, babanızın oğlundan bahseder gibi konuşmayın. Onun Allah nezdindeki hiçbir varlığa nasip olmayan değer ve kıymetini, konumunu düşünerek hitap edin. O (sallallahu aleyhi ve sellem) alemlere rahmet olarak gönderilmiş, Allah’ın ona itaati kendisine itaat, isyanı da isyan kabul ettiği ferîd ü kevni zamandır. Allah’ın sevgisine, rızasına götüren yegane yol O’ndan geçmektedir. Hatta günahlara mağfirette ayette bildirildiği üzere (Âl-i İmran suresi, 3/31) Peygamber Efendimizin çizgisinde Allah’a teveccühe bağlıdır. Her güzel ahlakî değerde zirveyi tutan Peygamber Efendimiz, tevazu ve mahviyette de zirve idi. Kendisine “efendimiz” diyenlere, efendi Hz. İbrahim diyordu ama bir gerçeği, bildirilmesi gereken bir hakikati de bilmecburiye bir münasebetle ifade buyuruyordu: “Ben kıyamet günü insanların efendisiyim. Peygamberlerin imamı ve hatibiyim. Bunları da övünmek için söylemiyorum.” Evet, varlığın, insanlığın Efendisine konumuna göre saygılı olmak, saygı ve hürmetle ismi şerifini anmak inanmanın gereği değil midir?
Cenab-ı Allah Efendimiz (s.a.s.)e nasıl hitap etmemiz gerektiği hususunda bize Kur’an’da çok önemli bir edep dersi vermektedir. Yüce Mevla, özel donanımlı ve beşerî normları aşkın seçtiği peygamberlerine isimleri ile hitap ederken Peygamber Efendimize “Ya eyyüherrasul”, “Ya eyyühennebi”, “Ya eyyühelmüzzemmil”, “Ya Eyyühelmüddessir” diye seslenmektedir. Bunun ifade ettiği mana şudur: Ey şanı yüce nebi, resul. Sen benim seçip gönderdiğim elçimsin” Allah Teala, Peygamber Efendimiz’e peygamberlik misyonu, O’nun Allah nezdindeki konumunu nazara vererek hitap etmektedir. Bizlerin de insanlığın iftihar tablosundan bahsederken tazim ve saygı ile O’nu gönüllerimizi, dilimize misafir etmemiz gerekir. Hatta bazı alimler Efendimiz (aleyhissalatu vesselam)ın namı zikredildiğinde bütün vücuduyla O’na salat u selam getirilmesi; sanki o anda içeriye giriyormuş gibi saygı ile bir doğrulması gerektiğini söylemektedir. Tabii bunların fıtri ve içten gelerek olması gerekir.
Bir müslümanın Peygamber Efendimiz’den bahsederken saygı ve hürmet ifade eden bir ses tonu ile hitap etmesi emredilmiş; Peygamber Efendimizin (aleyhi ekmelü’t-tehâyâ) Allah nezdindeki eşsiz konum ve değerine dikkat çekilerek O’na yapılan bir saygısızlığın, küfür sayılıp bütün iyi işleri iptal ettiği bildirilmiştir. (Hucurat, 49/42). Zira Peygamber Efendimiz’e gösterilen saygısızlık, kendisini görevlendiren Allah’a râcidir. Bu durum Efendimiz’e ait bir hususiyettir. Başka birine yapılan saygısızlık hakkında böyle bir hüküm verilmemiştir.
Bunun yanında ses tonlarını saygı ve edeple ayarlayanlar takdir edilmiş ve bu şekilde hareket etmelerinin takva dairesinde yaşamalarının bir göstergesi kabul edilmiştir. (Hucurat suresi, 49/3).
Kadı Iyaz meşhur eseri Şifa-ı Şerif’inde hayatta iken Peygamber Efendimiz’e nasıl saygı ve hürmet gösteriliyorsa vefatından sonra da aynı şekilde gösterilmesi gerektiğinin altını çizmektedir. Yani bu şu demektir. Biz konuşurken veya otururken Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve selem) bulunduğumuz yere teşrif etseler O’nun huzurunda nasıl saygı ve edep ile durur, konuşur isek vefatından sonrada aynı saygı ve hürmeti göstermemiz gerekir.
Allah, hepimize Peygamber Efendimiz’e saygı ve hürmeti, kalplerimize hatta hücrelerimize kadar duyup hissedeceğimiz şekilde lutfetsin. Amin…
Ergün Çapan
İnsanlığın iftihar tablosu, gaye ölçüsünde bir vesile olan Peygamber Efendimiz’den ve O’nun getirdiği mesajdan istifade ve istifaze O’na olan saygı ile doğru orantılıdır.
Ne kadar saygılı isek o kadar istifade ederiz. Saygının renk attığı, aşındırıldığı bir yerde Sonsuz Nur’un nurunun gönüllerde makes bulmasından söz edilemez.
Günümüzde kaybettiğimiz, aşındırdığımız değerleri sıralasak şüphesiz ilk sırada gelmesi gereken “Allah’a ve Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)e olması gereken saygı ve ihtiram fukaralığı daha doğrusu derbederliği gelir.
Neye ne ölçüde ve nasıl saygı ve hürmet göstereceğiz? Bunun ölçüsü nedir? Bizim beşerî kriterlerimiz ölçü olabilir mi? Şahıstan şahısa değişen, fertlerin idrak ve kapasite ufkuna bağlı olan kriterler herkesi kucaklayacak ölçüde belirleyici olabilir mi? Saygı gösterme diyoruz da bunun esası, içte duyulup hissedilen hürmetin tavır ve davranışlarımıza boyasını çalması; kendi rengini vermesi demektir. Tabii ki her şeyde olduğu/olması gerektiği gibi Peygamber Efendimiz’e saygı ve hürmette de objektif ve aşkın ölçü ve kriterler olan ilahî kriterlere riayet etmek inanmanın, akıl ve mantığın tabii bir neticesi olsa gerektir. Yüce Mevlâ bu çok önemli olan hususa şu şekilde dikkatleri çekmiştir: “Her kim Allah’ın şeâirine saygı gösterirse, şüphesiz bu, kalblerin takvasındandır.” (Hac, 22/32) Allah neye ne ölçüde değer veriyorsa bir Müslümanın, bir müminin de ona o ölçüyü esas alması onun Allah’a bağlılığının, takva dairesinde yaşamasının göstergesidir. Allah’ın büyük gördüğünü büyük; küçük gördüğünü küçük görme yani değerler sistematiğini ilahi kriterlere göre belirleme ve hayatını ona göre dizayn etme kulluk seviyesinin en önemli değeri olan takva dairesinde yaşamanın göstergesidir.
Her hususta ilahî kriterleri belirleyen Kur’an ve O’nun vahiy orijinli yorumu olan Sünnet-i Seniyye, Peygamber Efendimiz (aleyhi ekmelü’t-tehâyâ) e karşı nasıl saygılı ve hürmetli olmamızın ölçülerini vermekte, bize edep dersi öğretmektedir.
Bu hususta bir Müslüman olarak ilk riayet edilmesi gereken husus, Peygamber Efendimiz’in mübarek nâmı celilini ağzımıza alırken, telaffuz ederken gösterilmesi gereken saygı ve edeptir. Çoğu zaman dikkat etmediğimiz bu noktada Allah Teala şu edep dersini bize vermektedir: “ Birbirinize seslendiğiniz, çağırdığınız gibi Allah’ın şanı yüce elçisine öyle seslenmeyin, hitap etmeyin!” (Nur suresi, 24/63) Bunun kısaca manası şudur: Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve selem)in mübarek ismini ağzınıza alırken daha doğrusu dudaklarınızda misafir ederken herhangi bir insandan; arkadaştan, dosttan, babanızın oğlundan bahseder gibi konuşmayın. Onun Allah nezdindeki hiçbir varlığa nasip olmayan değer ve kıymetini, konumunu düşünerek hitap edin. O (sallallahu aleyhi ve sellem) alemlere rahmet olarak gönderilmiş, Allah’ın ona itaati kendisine itaat, isyanı da isyan kabul ettiği ferîd ü kevni zamandır. Allah’ın sevgisine, rızasına götüren yegane yol O’ndan geçmektedir. Hatta günahlara mağfirette ayette bildirildiği üzere (Âl-i İmran suresi, 3/31) Peygamber Efendimizin çizgisinde Allah’a teveccühe bağlıdır. Her güzel ahlakî değerde zirveyi tutan Peygamber Efendimiz, tevazu ve mahviyette de zirve idi. Kendisine “efendimiz” diyenlere, efendi Hz. İbrahim diyordu ama bir gerçeği, bildirilmesi gereken bir hakikati de bilmecburiye bir münasebetle ifade buyuruyordu: “Ben kıyamet günü insanların efendisiyim. Peygamberlerin imamı ve hatibiyim. Bunları da övünmek için söylemiyorum.” Evet, varlığın, insanlığın Efendisine konumuna göre saygılı olmak, saygı ve hürmetle ismi şerifini anmak inanmanın gereği değil midir?
Cenab-ı Allah Efendimiz (s.a.s.)e nasıl hitap etmemiz gerektiği hususunda bize Kur’an’da çok önemli bir edep dersi vermektedir. Yüce Mevla, özel donanımlı ve beşerî normları aşkın seçtiği peygamberlerine isimleri ile hitap ederken Peygamber Efendimize “Ya eyyüherrasul”, “Ya eyyühennebi”, “Ya eyyühelmüzzemmil”, “Ya Eyyühelmüddessir” diye seslenmektedir. Bunun ifade ettiği mana şudur: Ey şanı yüce nebi, resul. Sen benim seçip gönderdiğim elçimsin” Allah Teala, Peygamber Efendimiz’e peygamberlik misyonu, O’nun Allah nezdindeki konumunu nazara vererek hitap etmektedir. Bizlerin de insanlığın iftihar tablosundan bahsederken tazim ve saygı ile O’nu gönüllerimizi, dilimize misafir etmemiz gerekir. Hatta bazı alimler Efendimiz (aleyhissalatu vesselam)ın namı zikredildiğinde bütün vücuduyla O’na salat u selam getirilmesi; sanki o anda içeriye giriyormuş gibi saygı ile bir doğrulması gerektiğini söylemektedir. Tabii bunların fıtri ve içten gelerek olması gerekir.
Bir müslümanın Peygamber Efendimiz’den bahsederken saygı ve hürmet ifade eden bir ses tonu ile hitap etmesi emredilmiş; Peygamber Efendimizin (aleyhi ekmelü’t-tehâyâ) Allah nezdindeki eşsiz konum ve değerine dikkat çekilerek O’na yapılan bir saygısızlığın, küfür sayılıp bütün iyi işleri iptal ettiği bildirilmiştir. (Hucurat, 49/42). Zira Peygamber Efendimiz’e gösterilen saygısızlık, kendisini görevlendiren Allah’a râcidir. Bu durum Efendimiz’e ait bir hususiyettir. Başka birine yapılan saygısızlık hakkında böyle bir hüküm verilmemiştir.
Bunun yanında ses tonlarını saygı ve edeple ayarlayanlar takdir edilmiş ve bu şekilde hareket etmelerinin takva dairesinde yaşamalarının bir göstergesi kabul edilmiştir. (Hucurat suresi, 49/3).
Kadı Iyaz meşhur eseri Şifa-ı Şerif’inde hayatta iken Peygamber Efendimiz’e nasıl saygı ve hürmet gösteriliyorsa vefatından sonra da aynı şekilde gösterilmesi gerektiğinin altını çizmektedir. Yani bu şu demektir. Biz konuşurken veya otururken Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve selem) bulunduğumuz yere teşrif etseler O’nun huzurunda nasıl saygı ve edep ile durur, konuşur isek vefatından sonrada aynı saygı ve hürmeti göstermemiz gerekir.
Allah, hepimize Peygamber Efendimiz’e saygı ve hürmeti, kalplerimize hatta hücrelerimize kadar duyup hissedeceğimiz şekilde lutfetsin. Amin…
Ergün Çapan