erkek egemen medya

  • Konbuyu başlatan cendere
  • Başlangıç tarihi
C

cendere

Ziyaretçi
Önceki gün bir toplantıya katıldım. Konu, “Medyada Kadınların Temsil Biçimleri”ydi…

Gazete, televizyon, radyo ve internet sitelerinde yapılan akademik bir araştırmanın sonuçlarını öğrendim.

Gerçekten farklı bir çalışma olmuş. Verilerden birkaçını sizinle paylaşmak istiyorum.

“Günlük gazetelerin tamamının genel yayın yönetmeni erkek…”

“Köşe yazarlarının sadece %12’si kadın…”

“TV’lerde siyasi tartışma programı yapanların tamamı erkek…”

“Ana Haber yorumcularının tamamı erkek…”

“Kadınlar konu mankeni…”

Velhasılı, “Medya erkeklerin egemenliğinde”.


Araştırma sonuçlarını, medya dünyasının tanınmış isimleri yorumladı. kimi “muhafazakarlığı” suçlu buldu, kimi “eğitim sistemini”…

“Medyada yer alan kadın sayısının artırılması için neler yapılabilir?

“Yöneticilerimizin kendisinden en az üç çocuk doğurmasını beklediği kadın , bir taraftan bez değiştirip diğer taraftan bebeğini emzirirken medya arenasındaki kadın açığını nasıl dolduracak?

Medyada halen görev yapan kadınlara ne gibi görevler düşüyor?”  gibi sorulara yanıt aradı katılımcılar.

Ve orada bir kez daha farkettim ki, bu ülkenin “kadın” sorunu kolay kolay çözülemez.

Bu topraklarda yüzyıllardır süregelen gelenek, insanı önce “insan” olarak değil, önce “kadın ya da erkek” olarak niteliyor çünkü.

Adınız, yaşınız, mesleğiniz, başarı ve başarısızlıklarınız, hatta bizim için özel önemi haiz “nereli olduğunuz” bile cinsiyetinizden sonra geliyor Türkiye’de…

Ve cinslere verdiğimiz abartılı önem, karşımıza her alanda “sorun” olarak çıkıyor.

Neden cinsiyetlerin sayısı üzerine kafa yoruyoruz ki?

Erkeklerin ya da kadınların bir alanda fazla ya da eksik olması neden bu kadar rahatsız ediyor bizi?

Niye hayatımızı paylaştığımız, kocamız, babamız, oğlumuz sözkonusu olduğunda başarısına sevindiğimiz erkekler “yabancı” olunca hasım kesiliyoruz?

Bir çeşit ırkçılık kokusu var havada.

Bir insanın derisinin rengi, milliyeti, dili, etnik kökeni gibi oysa cinsiyet.

Anne-babamızı seçme hakkına ne kadar sahipsek, cinsiyetimizi seçme hakkına da o kadar sahibiz.

Öyleyse bu rekabet neden? Erkeklerle boy ölçüşmek ne kazandıracak bize?

Ya da kadınları küçümserken, onlara negatif ayrımcılık yaparken “Allah’ın takdirine baş kaldırdığının” farkında mı erkekler?

“Kadının bulaşık yıkamasına da, mecliste milleti temsil etmesine de aynı gözle bakacak bir toplum” ihtiyacımız olan… Erkeklerin yönetici koltuğunda da, bebeğini kucaklayıp gezmeye çıkardığında da kendini aynı derecede güçlü hissedeceği, cinsiyetin değil birlikteliğin aslolduğu bir hayat...

6 oğul sahibi olmanın, kızların cennete kapı aralayabileceği müjdesine rağmen 6 kız babası olmaktan üstün sayılmadığı gün çözülecek bu sorun.

Eşitlik değil olması gereken… Adalet, huzur ve mutlu bir birliktelik.

Bulaşık yıkarken mutlu olabilen kadını, dantel örmekten zevk alan genç kızı “maaş karşılığı çalışma hayatına” taşımak, onlara daha çok hak vermek anlamına gelmiyor.

Göze görünür işlerde çalışmasının, ezilmediği anlamına gelmediği gibi.

Erkeklerden az para alan, kimi zaman fiziksel özellikleri, kimi zaman işine bağlılığı nedeniyle kullanılan kadınların, evde çocuklarına bakıp bulaşık yıkayan kadından daha üstün ya da mutlu olduğunu kim iddia edebilir?

Tartışmamız gereken kadının değil “insanın adı”…

Biz kendimizi “önce kadın” olarak gördüğümüz sürece, toplumda “önce insan” olarak kabul görmeyi beklemek sadece bir hayal…

Ve görünen o ki, katetmemiz gereken daha çoook yolumuz var.


 

Benzer konular

Üst