C
cendere
Ziyaretçi
Gece yatmadan önce son bir kez, kanalları dolaştım, iptal davası ile ilgili kim ne diyor bir göreyim diye.
Baktım bir yığın laklak…
Sinirim bozuldu. Yatağa giderken, içimde şu cümle vardı:
Bize artık bir Musa lazım!
Çünkü millet ne cumhuriyet, ne egemenlik ne de demokrasi nimetinin farkında. Hazır bulduğu için kıymetini de bilmiyor. Veya bastırıla bastırıla adeta mankurt olmuş. Birilerinin, yetkisini gasp etmesine, onu yok saymasına aldırmıyor…
Sabah kalktım. Biraz da “inkisar” ile Kur’an’ı aldım elime ve kaldığım yeri bulmak için açtım. Kasas Suresi çıktı karşıma.
İlk ayetleri okuyunca irkildim. Hz. Musa’yı düşünerek yattığım gecenin uyandığım ilk ışıklarında Kur’an diliyle o ulul azm peygamberin adeta “Ben buradayım” dercesine karşıma çıkması beni ürküttü.. Ve tabii bir o kadar da rahatlattı.
Çünkü bütün peygamberler içinde bir tek Hz. Musa doğrudan “nesnel mücadele”ye davet edilmiştir. Ona verilen tebliğ görevi, ezilen, horlanan, zulmedilen, dışlanan kavmini Firavun rejiminin sultasından kurtarmaktı..
Ona şöyle nida etmişti:
-Git kavmini Firavun’un sultasından kurtar!
Tam da kalbimin geceki çağrısına bir cevaptı açılan sure:
Ta, Sin, Mim. Bunlar, (bu harfler yahut şu sıralanacak cümleler) her şeyi apaçık anlatan ‘kitab'ın ayetleridir. İnanan bir toplulu(ğun yüreğini güçlendirmek ve dirençlerini arttırma)k için sana, Musa ve Firavun'un haberinden (bir bölümünü) aktaracağız.
Gerçek şu ki, Firavun yeryüzünde büyüklenmiş ve ülkesinin halkını birtakım sınıflara ayırmıştı; onlardan bir bölümünü güçten düşürüyor, eziyor, erkek çocuklarını boğazlayıp kız çocuklarını sağ bırakıyordu. Çünkü o, bozgunculardandı.
Biz ise istiyorduk ki, mazlum olan zayıflara lütufta bulunalım, onları firavun taifesinin önüne geçirip o mağdurları zalimlerin varisi yapalım. Yeryüzünde onları kudret sahibi kılalım. Ve onların eliyle Firavun, Haman ve ordularının korktukları şeyi başlarına getirelim diye…” (Kasas ,1-6)
Evet, böyle diyordu her şeyden haberdar olan Rabbin ayetleri:
“Korktukları şeyi, o mazlumların elleriyle başlarına getirelim ve onları güçlülere varis yapalım diye…”
Ayetin hükmü mutlaktı. Bir an bir zaman ile sınırlandırılmamıştı. Cenab-ı Hak adeta bu ‘benim adetimdir. Kim birilerine zulm ederse, ben o mazlumları zalimlere varis yaparım’ diyordu.
Zulme uğrayanlar eninde sonunda kendilerine zulmedenlere galip gelirler. Yeter ki mazlumlar musa gibi doğru bir yol üzerinde bulunsunlar…
Nitekim ayetlerde geçen firavun - musa mücadelesini , Kuran, bir mekan ve tarih içine oturtma ihtiyacı duymaz. Bunun anlamı şudur:
Firavunlar daima Musalar tarafından altedileceklerdir!
Nitekim Kur’an’ın dili ve üslubu da zaten bir kıssa veya hikaye aktarmaya yönelik değil. Aksine ayet bize bir formülü, bir şablonu aktarıyor. Ve gaybın lisanıyla bize şöyle sesleniyor:
“Zalim ilanihaye payidar olmaz! Bozguncuların, zalimlerin, baskıcıların zulmü uzun sürmez. Kendi kavmine zulmeden gaddarlar yöneticiler, gemi azıya aldılar mı çıkarırız bir ‘musa’, tutar paçalarından, indirir aşağıya iktidarlarını…”
* * *
Keza ayetlerde geçen isimler de özel isimden çok ‘alem’ isim gibidirler ve bir tür ünvandırlar ki onları her döneme uygulayabilirsiniz.
Firavun, haman, karun, musa, bilinen bir takım isimlere tekabül etseler de aslında aynı zamanda sembol kavramlardır. İsimlerin kök anlamlarına bakıldığında her birisinin, baskıcı düzenlerin bir kurumunu, bir eylemini temsil ettiği görülür.
Mesela Firavun, isim gibi anılmasına rağmen bir kavramdır ve (‘fir’, sahib, ‘avn’ sutün, yani ‘sütunlar sahibi’) ‘iktidarın sahibi’ demektir. .
Keza ‘haman’ inşa eden, inşaat işleriyle meşgul olan manasındadır ki, kurumsal yapılanmayı ve “hakim anlayışı” yani egemen zihniyeti temsil eder. Heymenet kökünden gelir ve egemenliğin dışa yansıyan biçimini ifade eder. Nitekim, Firavun’un bütün taleplerini yapmakla görevli olan Haman’dır.
Karun, Firavun’la ilintili anlatılan bir diğer isimdir. Zenginliği temsil eden Karun ‘karn’ dan gelir,’ boynuz’ ve ‘dönemler’ demektir. Karn, Tanrı Apis’in boynuzundan kinayedir ve doğrudan gücü sembolize eder. İşte bu gücün hükümranlık dönemine Karun denir. Firavunun firavunluğunun koruyucusu ve besleyicisidir. Günümüzdeki TÜSİAD vb gibi zenginler kulübünü temsil eder.
Nitekim Karunlar her dönemde hakim gücün yandaşlarıdırlar ki ikisi birbirinden beslenip semirir….
Mu-sa ‘masiy’den gelir ve ‘akan nehir’ demektir. Suyun, yani fıtratın akışını temsil eder. Zamanın gerçek trendi, insanların topluca yönelip aktığı mecra demektir. İnsan tabiatının gerekliliklerini temsil eder. Musa fıtrattır, musa ıstirardır. Donmak isteyen suyun kabını parçaladığı gibi o fıtrat akışı da kendisine mani olan bendleri tar u mar ederek aşar..
Ordu ise bildiğimiz ordu… O da her daim, hakim gücün hizmetindedir. Ordu, polis ve benzeri kurumsal güçler, kurulu düzeni ayakta tutmak içindir, milleti ayakta tutmak için değil. Milleti ayakta tutan manevi fedakarlar ve milli kahramanlardır. Kurumsal güçler, ancak hakim zihniyete hizmet eder. Millet ise daha derinden akan bir nehirdir. O yüzden kendi dinamikleri vardır.
Firavun ve musa gibi…
Kıssada, görüldüğü gibi, Firavun, (Karun) , Haman ve ordu hep birlikte Musa’nın karşısına dikiliyorlar. Yani nisanlık mecrasının doğal akışını önlemeye yönelik şu unsurlar hep vardır olacaktır. Ama ne zaman ki hak hukuk tanımaz duruma gelir ve halklarının insani haklarını kullanmaktan alıkoyarlar, o zaman bir musa çıkar (yani insanlığın doğal akış seyri), öyle azametli bir güç haline gelir ki onun önünde, ne firavun dayanır, ne haman, ne karun ne diğerleri.
Kanunları eğip bükmeleri, yasaları istedikleri gibi anlamlandırmaları onları kurtarmaz. ‘Yasal kurumlar’ ancak adil ve hak üzere icra-yı faaliyet halinde oldukları zaman ayakta kalabilirler Çünkü halkın sesi Tanrı’nın çığlığıdır. Ona hiç kimse karşı duramaz! Musa, Cenab-ı Hakkın yeryüzüne dokundurduğu asasıdır. Zalimlerin, insanlık tabiatının fıtri (doğal) talepleri karşısında uzun süre varlıklarını koruyabilmelerinin imkanı yoktur.
İşte benim size aktarmak istediğim bu. Kur’an bize ümitvar olmamız gerektiğini telkin ediyor. Sonunda mutlaka ‘zalimler kaybedecektir’ diyor
Hukukun bu kadar hukuksuzca işlendiği, adaletin bu kadar tersyüz edildiği, yasal olanın yasal olmayana bu kadar peşkeş çekildiği, kanunun bu kadar keyfi ve cebri uygulandığı ve bu keyfi uygulamaların birileri tarafından ‘aferin’ diye alkışlandığı şu vakitler gösteriyor ki, ‘musa’nın gelme zamanı yakın. Ve unutmayınız ki ‘musa’, sistemin içinden gelen biridir. Şu cümlenin altını çizin ve bekleyin!
Yarın bir musa gelir, yasayı ve hukuku kendi keyfi arzu ve içtihatları doğrultusunda kullanan kurumları da ve onları alkışlayanları da önüne katıp denize döküverir demektir.
Yeter ki, muzlum olanlar musa olabilsinler… İşte o gün, fesada, bozgunculuğa ve bir kısım insanların mağdur edilmesine kalkan şu dokuz el, hacaletle inip, millete tazim için el pençe durur.
* * *
Şu ‘dokuz kişi’ üzerinde de durmak gerekir.
Mesela, Salih Peygamber’in kavminin başına felaket gelmesine yol açanlar da dokuz kişidir. Salih peygamberin bütün yalvarmalarına rağmen, ‘deve’yi boğazlarlar.
O dokuz kişi ‘raht’ diye anılır. Raht, tekili olmayan bir çokluktur. Bir vücud gibi hareket eden ‘raht’ daima yıkım ve fesada hizmet ederler. ‘Deve’ ise kutsalı ve manevi değerleri temsil eder. Bu dokuz kişi, bütün yalvarma ve yakarmalara rağmen ‘kutsalı’ boğazladılar ve ardından Semud’u helak eden felaketler başladı..
Keza, Lut kavmi’nin de ‘raht’ı dokuz kişidir. Dönemin ağır ağabeyleri, gay olmuşlar. Şehrin yeni trendi livata olmuş! Bir ‘raht oluşturan dokuz kişi, azgınlığı ele almışlar ve şehirde kim onlara hayrı tavsiye etmeye kalkışsa hemen linç ediliyorlar.
Bu azgınlarla birlikte onlara müdahale etmeyen, ses çıkarmayarak onların eylemlerine ortak olan Lut kavmini helak etme zamanı geldiğinde melekler ‘kırıta kırıta’ Lut (as)’un evine geldiler. O raht ile işbirliği içinde olan Lut’un karısı, o dokuz kişiye haber verdi. ‘Lut’a tam ağzınıza layık iki kişi geldi’ diye haber uçurdular. Ve o dokuz kişi geldiler, dönemin hâkim anlayışı adına Lut ile mücadeleye giriştiler.
Lut (as) sonunda ağlayıp “aranızda hiç mi vicdan sahibi temiz anlayışla birileri yok!” diye feryat etti. Ama onlar anlamadılar. Ve sonrası yine malum. Yok edildiler.
Nuh (as)’un da karşısına dikilenler dokuz kişiydiler! Ne ise uzatmayalım. Bu dokuz kişi de ilginç bir tesadüf işte! Onların kimin teşvik ettiği de ayan beyan ortaya çıktı.
Ve bu dokuz kişi bize gösterdi ki Anayasa Mahkemesi, CHP’nin noterliğini yapıyor…
* * *
Bu işin, zulum tarafı.
Hadiselerin bir de kader ciheti var. Onu da görmek lazım. Malum her belanın, her musibetin iki yüzü vardır. Biri kadere bakar, diğeri insana.
Başa gelen; hakkedilen bir şeydir. Hak edilmedikçe başa gelmez. Ancak o zulmün başa gelmesi için de bir zalimin onu işlemesi arzu etmesi gerekir. Şu yazıda o zalimlere bakmaya çalıştım.
Bu işin bir de kader ciheti var. Ona da bakmamız gerekir. Ne yapıyoruz veya ne yapmıyoruz ki kader, bu sıkıntıların sürmesine fetva verdiriyor, ona bakalım. Bir sonraki yazıda inşallah… M.ALİ BULUT
Baktım bir yığın laklak…
Sinirim bozuldu. Yatağa giderken, içimde şu cümle vardı:
Bize artık bir Musa lazım!
Çünkü millet ne cumhuriyet, ne egemenlik ne de demokrasi nimetinin farkında. Hazır bulduğu için kıymetini de bilmiyor. Veya bastırıla bastırıla adeta mankurt olmuş. Birilerinin, yetkisini gasp etmesine, onu yok saymasına aldırmıyor…
Sabah kalktım. Biraz da “inkisar” ile Kur’an’ı aldım elime ve kaldığım yeri bulmak için açtım. Kasas Suresi çıktı karşıma.
İlk ayetleri okuyunca irkildim. Hz. Musa’yı düşünerek yattığım gecenin uyandığım ilk ışıklarında Kur’an diliyle o ulul azm peygamberin adeta “Ben buradayım” dercesine karşıma çıkması beni ürküttü.. Ve tabii bir o kadar da rahatlattı.
Çünkü bütün peygamberler içinde bir tek Hz. Musa doğrudan “nesnel mücadele”ye davet edilmiştir. Ona verilen tebliğ görevi, ezilen, horlanan, zulmedilen, dışlanan kavmini Firavun rejiminin sultasından kurtarmaktı..
Ona şöyle nida etmişti:
-Git kavmini Firavun’un sultasından kurtar!
Tam da kalbimin geceki çağrısına bir cevaptı açılan sure:
Ta, Sin, Mim. Bunlar, (bu harfler yahut şu sıralanacak cümleler) her şeyi apaçık anlatan ‘kitab'ın ayetleridir. İnanan bir toplulu(ğun yüreğini güçlendirmek ve dirençlerini arttırma)k için sana, Musa ve Firavun'un haberinden (bir bölümünü) aktaracağız.
Gerçek şu ki, Firavun yeryüzünde büyüklenmiş ve ülkesinin halkını birtakım sınıflara ayırmıştı; onlardan bir bölümünü güçten düşürüyor, eziyor, erkek çocuklarını boğazlayıp kız çocuklarını sağ bırakıyordu. Çünkü o, bozgunculardandı.
Biz ise istiyorduk ki, mazlum olan zayıflara lütufta bulunalım, onları firavun taifesinin önüne geçirip o mağdurları zalimlerin varisi yapalım. Yeryüzünde onları kudret sahibi kılalım. Ve onların eliyle Firavun, Haman ve ordularının korktukları şeyi başlarına getirelim diye…” (Kasas ,1-6)
Evet, böyle diyordu her şeyden haberdar olan Rabbin ayetleri:
“Korktukları şeyi, o mazlumların elleriyle başlarına getirelim ve onları güçlülere varis yapalım diye…”
Ayetin hükmü mutlaktı. Bir an bir zaman ile sınırlandırılmamıştı. Cenab-ı Hak adeta bu ‘benim adetimdir. Kim birilerine zulm ederse, ben o mazlumları zalimlere varis yaparım’ diyordu.
Zulme uğrayanlar eninde sonunda kendilerine zulmedenlere galip gelirler. Yeter ki mazlumlar musa gibi doğru bir yol üzerinde bulunsunlar…
Nitekim ayetlerde geçen firavun - musa mücadelesini , Kuran, bir mekan ve tarih içine oturtma ihtiyacı duymaz. Bunun anlamı şudur:
Firavunlar daima Musalar tarafından altedileceklerdir!
Nitekim Kur’an’ın dili ve üslubu da zaten bir kıssa veya hikaye aktarmaya yönelik değil. Aksine ayet bize bir formülü, bir şablonu aktarıyor. Ve gaybın lisanıyla bize şöyle sesleniyor:
“Zalim ilanihaye payidar olmaz! Bozguncuların, zalimlerin, baskıcıların zulmü uzun sürmez. Kendi kavmine zulmeden gaddarlar yöneticiler, gemi azıya aldılar mı çıkarırız bir ‘musa’, tutar paçalarından, indirir aşağıya iktidarlarını…”
* * *
Keza ayetlerde geçen isimler de özel isimden çok ‘alem’ isim gibidirler ve bir tür ünvandırlar ki onları her döneme uygulayabilirsiniz.
Firavun, haman, karun, musa, bilinen bir takım isimlere tekabül etseler de aslında aynı zamanda sembol kavramlardır. İsimlerin kök anlamlarına bakıldığında her birisinin, baskıcı düzenlerin bir kurumunu, bir eylemini temsil ettiği görülür.
Mesela Firavun, isim gibi anılmasına rağmen bir kavramdır ve (‘fir’, sahib, ‘avn’ sutün, yani ‘sütunlar sahibi’) ‘iktidarın sahibi’ demektir. .
Keza ‘haman’ inşa eden, inşaat işleriyle meşgul olan manasındadır ki, kurumsal yapılanmayı ve “hakim anlayışı” yani egemen zihniyeti temsil eder. Heymenet kökünden gelir ve egemenliğin dışa yansıyan biçimini ifade eder. Nitekim, Firavun’un bütün taleplerini yapmakla görevli olan Haman’dır.
Karun, Firavun’la ilintili anlatılan bir diğer isimdir. Zenginliği temsil eden Karun ‘karn’ dan gelir,’ boynuz’ ve ‘dönemler’ demektir. Karn, Tanrı Apis’in boynuzundan kinayedir ve doğrudan gücü sembolize eder. İşte bu gücün hükümranlık dönemine Karun denir. Firavunun firavunluğunun koruyucusu ve besleyicisidir. Günümüzdeki TÜSİAD vb gibi zenginler kulübünü temsil eder.
Nitekim Karunlar her dönemde hakim gücün yandaşlarıdırlar ki ikisi birbirinden beslenip semirir….
Mu-sa ‘masiy’den gelir ve ‘akan nehir’ demektir. Suyun, yani fıtratın akışını temsil eder. Zamanın gerçek trendi, insanların topluca yönelip aktığı mecra demektir. İnsan tabiatının gerekliliklerini temsil eder. Musa fıtrattır, musa ıstirardır. Donmak isteyen suyun kabını parçaladığı gibi o fıtrat akışı da kendisine mani olan bendleri tar u mar ederek aşar..
Ordu ise bildiğimiz ordu… O da her daim, hakim gücün hizmetindedir. Ordu, polis ve benzeri kurumsal güçler, kurulu düzeni ayakta tutmak içindir, milleti ayakta tutmak için değil. Milleti ayakta tutan manevi fedakarlar ve milli kahramanlardır. Kurumsal güçler, ancak hakim zihniyete hizmet eder. Millet ise daha derinden akan bir nehirdir. O yüzden kendi dinamikleri vardır.
Firavun ve musa gibi…
Kıssada, görüldüğü gibi, Firavun, (Karun) , Haman ve ordu hep birlikte Musa’nın karşısına dikiliyorlar. Yani nisanlık mecrasının doğal akışını önlemeye yönelik şu unsurlar hep vardır olacaktır. Ama ne zaman ki hak hukuk tanımaz duruma gelir ve halklarının insani haklarını kullanmaktan alıkoyarlar, o zaman bir musa çıkar (yani insanlığın doğal akış seyri), öyle azametli bir güç haline gelir ki onun önünde, ne firavun dayanır, ne haman, ne karun ne diğerleri.
Kanunları eğip bükmeleri, yasaları istedikleri gibi anlamlandırmaları onları kurtarmaz. ‘Yasal kurumlar’ ancak adil ve hak üzere icra-yı faaliyet halinde oldukları zaman ayakta kalabilirler Çünkü halkın sesi Tanrı’nın çığlığıdır. Ona hiç kimse karşı duramaz! Musa, Cenab-ı Hakkın yeryüzüne dokundurduğu asasıdır. Zalimlerin, insanlık tabiatının fıtri (doğal) talepleri karşısında uzun süre varlıklarını koruyabilmelerinin imkanı yoktur.
İşte benim size aktarmak istediğim bu. Kur’an bize ümitvar olmamız gerektiğini telkin ediyor. Sonunda mutlaka ‘zalimler kaybedecektir’ diyor
Hukukun bu kadar hukuksuzca işlendiği, adaletin bu kadar tersyüz edildiği, yasal olanın yasal olmayana bu kadar peşkeş çekildiği, kanunun bu kadar keyfi ve cebri uygulandığı ve bu keyfi uygulamaların birileri tarafından ‘aferin’ diye alkışlandığı şu vakitler gösteriyor ki, ‘musa’nın gelme zamanı yakın. Ve unutmayınız ki ‘musa’, sistemin içinden gelen biridir. Şu cümlenin altını çizin ve bekleyin!
Yarın bir musa gelir, yasayı ve hukuku kendi keyfi arzu ve içtihatları doğrultusunda kullanan kurumları da ve onları alkışlayanları da önüne katıp denize döküverir demektir.
Yeter ki, muzlum olanlar musa olabilsinler… İşte o gün, fesada, bozgunculuğa ve bir kısım insanların mağdur edilmesine kalkan şu dokuz el, hacaletle inip, millete tazim için el pençe durur.
* * *
Şu ‘dokuz kişi’ üzerinde de durmak gerekir.
Mesela, Salih Peygamber’in kavminin başına felaket gelmesine yol açanlar da dokuz kişidir. Salih peygamberin bütün yalvarmalarına rağmen, ‘deve’yi boğazlarlar.
O dokuz kişi ‘raht’ diye anılır. Raht, tekili olmayan bir çokluktur. Bir vücud gibi hareket eden ‘raht’ daima yıkım ve fesada hizmet ederler. ‘Deve’ ise kutsalı ve manevi değerleri temsil eder. Bu dokuz kişi, bütün yalvarma ve yakarmalara rağmen ‘kutsalı’ boğazladılar ve ardından Semud’u helak eden felaketler başladı..
Keza, Lut kavmi’nin de ‘raht’ı dokuz kişidir. Dönemin ağır ağabeyleri, gay olmuşlar. Şehrin yeni trendi livata olmuş! Bir ‘raht oluşturan dokuz kişi, azgınlığı ele almışlar ve şehirde kim onlara hayrı tavsiye etmeye kalkışsa hemen linç ediliyorlar.
Bu azgınlarla birlikte onlara müdahale etmeyen, ses çıkarmayarak onların eylemlerine ortak olan Lut kavmini helak etme zamanı geldiğinde melekler ‘kırıta kırıta’ Lut (as)’un evine geldiler. O raht ile işbirliği içinde olan Lut’un karısı, o dokuz kişiye haber verdi. ‘Lut’a tam ağzınıza layık iki kişi geldi’ diye haber uçurdular. Ve o dokuz kişi geldiler, dönemin hâkim anlayışı adına Lut ile mücadeleye giriştiler.
Lut (as) sonunda ağlayıp “aranızda hiç mi vicdan sahibi temiz anlayışla birileri yok!” diye feryat etti. Ama onlar anlamadılar. Ve sonrası yine malum. Yok edildiler.
Nuh (as)’un da karşısına dikilenler dokuz kişiydiler! Ne ise uzatmayalım. Bu dokuz kişi de ilginç bir tesadüf işte! Onların kimin teşvik ettiği de ayan beyan ortaya çıktı.
Ve bu dokuz kişi bize gösterdi ki Anayasa Mahkemesi, CHP’nin noterliğini yapıyor…
* * *
Bu işin, zulum tarafı.
Hadiselerin bir de kader ciheti var. Onu da görmek lazım. Malum her belanın, her musibetin iki yüzü vardır. Biri kadere bakar, diğeri insana.
Başa gelen; hakkedilen bir şeydir. Hak edilmedikçe başa gelmez. Ancak o zulmün başa gelmesi için de bir zalimin onu işlemesi arzu etmesi gerekir. Şu yazıda o zalimlere bakmaya çalıştım.
Bu işin bir de kader ciheti var. Ona da bakmamız gerekir. Ne yapıyoruz veya ne yapmıyoruz ki kader, bu sıkıntıların sürmesine fetva verdiriyor, ona bakalım. Bir sonraki yazıda inşallah… M.ALİ BULUT