gerçek hayat | Eğitimin Yeni Yüzü | Egitimciyim.Net

gerçek hayat

  • Konbuyu başlatan cendere
  • Başlangıç tarihi
C

cendere

Ziyaretçi
Gerçek Hayat dergisi yazarı Sibel Erarslan'dan, eski dostu Reyhan Gürtüna'ya anlamlı mektup...

Cumartesi, 07 Haziran 2008 14:12

Sibel Eraslan, geçtiğimiz hafta Hürriyet'in pazar ekinde Ayşe Arman'a yaptığı açıklamalarla tekrar gündeme gelen abla diye hitap ettiği Reyhan Gürtuna'ya son mektubunu yazdı: "Senden hiçbir hatıra kalmasın bende..."

Sibel Erarslan / GERÇEK HAYAT

Bana 20 yıl önce hediye ettiğin kitapları da gözden geçirdim. Ian Dallas'ın "Gariplerin Kitabı" mesela. "Sevgili kardeşim Sibel'e…" diye imzalamışsın, hatırladın mı? Bu kitaplara kıyamadığım için yerlerinden indirmedim. İndirdiğim sadece sen olacaksın birazdan. Kalbimin duvarından. Yine de kolay değil benim için, izin kalacak kalbimde. Mustafa İslamoğlu kasetlerinde tam da Müzemmil suresinde, ağlardın, bak hala unutmamışım.

REYHAN GÜRTUNA: GEÇİNİZ, sonraki soru lütfen!
Senden hiçbir hatıra kalmasın bende… Makasla kestim tüm fotoğraflardan seni, ah elin omzumda kaldı ablacım. Senden hiçbir hatıra kalmasın bende. Bu mümkün mü, tam olarak bilmiyorum. Ama seni bugün evden çıkarıyorum, bunu bil istedim.

"Oh! Dünya Varmış!" diyorsun ya, seninkisi 50'ye benimkisi 40'a dayandı yeryüzünde, bu kadar daha yaşar mıyız bunu da bilmiyorum. Yani "güzel, genç ve diri" bir imge olarak kalmak hep hafızalarda, tıpkı Nürnberg Gestaposuna hizmet eden bir SS subayı kadar sarışın, uzun, bir gram fazlası yok, pek de atletik, güçlü ve beyaz olarak, kendi genetiği üzerinden güzel olanı tanımlamak veya tanımladığını zannetmek, hayatın kendisi demek midir?

Hayatın anlamı nedir diye zor bir soru sormayacağım sana. Çünkü okuduğunu söylediğin hiçbir NLP fasikülünde anlatılmayacak kadar kazık bir sorudur bu ve yine NLP'ler aracılığıla beyni yıkanmış hiçbir 3. Dünya Kadınına anlatılmayacak kadar sakıncalıdır hayatın ve ruhun ağırlığı.

Hayat dedik de; hani bir gölgelikti dünya dedikleri. Ve ardı, sonrası, ahireti vardı hani, bundan hiç söz etmemişsin konuşmanda… "Taş gibi kadın" gibi bir fotoğrafını yayınlamışlar, (iki gibi bir cümleye fazla geldi biliyorum.) "Taş"ın dışındaki her şeyi sana bırakıyorum. Zaten geriye; kutsal tartı aletlerin, kutsal rejim reçetelerin, kutsal organik besinlerinle yüzünü yıkadığın kutsal damacana suları ve kutsal ibadetlerin içinse yüzme havuzları, koşu bantları ve kuaför salonlarını. Sana bırakıyorum. Ama taş'ı. Bil ki kendime saklıyorum. Ona kıyamam elbette, kâinatın dilsiz âşıklarıdır onlar. Onlar arasında Allah aşkıyla yerinden kopup düşenler ve yarılınca içlerinden gözyaşı akıtanlar vardır, taş deyip geçme anlayacağın!

Bugün seni ve hatıralarını evden çıkarıyorum. Bana 10 yıl önce hediye ettiğin, önemli gün ve haftalarda giyinmeye dikkat ettiğim için de hiç eskimemiş olan ceket ve gömleği, az evvel askıdan indirdim. Eflatun fuları ise zaten hiç kullanmamıştım. Tahmin edeceğin gibi yine iyi giyinemiyorum ve sağ elle yemek yiyorum, çatalla bıçağı herkesin yüreğine indirerek yanlış elle tutuyorum. Gittiğim evleri soracak olursan, çoğunda zaten çatal-bıçak takımı kullanılmıyor, nedenine gelince; burada insanlar yedikleri şehriye çorbasını bıçakla kesmek zorunda kalmıyor… Hala. Yani her şey bıraktığın gibi… Göz kulak olacak fakir fukara senden sonra da eksilmedi, gidenlerin yerine her nasılsa yenileri geliyor, evlendirdiğimiz yetim kızların ya da askere yolladığımız işsiz çocukların yerine yenileri yetişiveriyor. Bizi merak etme! İyi ve güzel şeyler de oluyor, hayat devam ediyor. Hayat, devam eden bir şeydir biliyorsun… Doğar, büyür ve ölürüz. Ama bazen ölmeden evvel de öldürülür insan mesela anneleri öldürmek ne de kolaydır kızları için… "Kendi hallerinde tipler" diyerek sıfatlandırdığın gül yüzlü annen ve muhterem baban nasıllar, her ikisinin de ellerinden öperim, bir gün Asude'nin de çok satan bir gazetede senin için "tip" dediğini görmek istemeyiz elbette, ne sen ne de ben!

Bana 20 yıl önce hediye ettiğin kitapları da gözden geçirdim. Ian Dallas'ın "Gariplerin Kitabı" mesela. "Sevgili kardeşim Sibel'e…" diye imzalamışsın, hatırladın mı? Ama hatırlamak yoktu değil mi, haklısın, bugün seni evden çıkaracağız. Neyse! Sonra beraber okuduğumuz Gazali'nin İhya'sı ile Kimya'sı, onlar da raflarındaki yerlerde seni ve diğer arkadaşlarımızı hep hatırlayarak duruyorlar. Kitaplar çocuklar gibidir, her söylenene kanarlar, misal altını çizdiğin satırlar daha dün gibi duruyorlar. (büyük kızlara imza attırmışım; Mahinur Akseki, Ayfer Karagöz, Fatma Kandemir, Reyhan Gürtuna, ölümü hatırlamak bahsinde 229.sayfaya pilot kalemle imza atmışsınız, onlara da şikâyet ettim seni, hepsi çok üzgünler) Bu kitaplara kıyamadığım için yerlerinden indirmedim. İndirdiğim sadece sen olacaksın birazdan. Kalbimin duvarından. Yine de kolay değil benim için, izin kalacak kalbimde. Mustafa İslamoğlu kasetlerinde tam da Müzemmil suresinde, ağlardın, bak hala unutmamışım.

Bana 21 yıl önce başımı örttüğüm o ilk günde verdiğin cesaretli desteği de kalbimden çıkarmak çok zor olacak biliyorum. Halbuki o gün korkudan bacaklarım tirtir titriyordu ve Sirkeci İskele'sinden Beyazit'taki okula kadar hiç nefes almadan koşarak çıkmıştım o başörtülü ilk günü. Vapur çıkışı "modern" bir bayan kendisine çarptığım gerekçesiyle kollarımdan tutup elimde taşıdığım kitaplarımı yere çalmıştı:"Sen kimi kandırıyorsun, bir de kitap almış eline guya öğrenciymiş, ne geliyorsa başımıza hacıdan hocadan zaten!"… Yerdeki kitaplarımı toplarken bunun bundan sonraki yaşamımın hiç bitmeyen bir dejavüsü, kabusu, klonu olduğunu düşünemezdim elbette. Başımdan geçenleri ağlayarak anlatmıştım siz ablalara… Sen beni dinledin, sen beni sevdin, bana çay ve kurabiye vererek, bunun bir Peygamber adeti olduğunu, bir müslümanın bu tür zorluklara göğüs germesi gerektiğini anlattın, sabırdan ve meleklerden bahsettin bana… Ablacım biliyor musun? Ben, bugün olmuş meleklere daha hala inanıyorum… Amentü billahi ve melaiketihi…

Hani gazetelere "bez parçası" demişsin ya örtümüz için, ablacım işte o bez parçasını bizler hala Meryem'in örtüsü, Fatıma'nın sargısı, Hatice'nin hatırası ve Asiye'nin kundağı gibi aziz ve yüksek bulmaya devam ediyoruz. O bez parçasının üzerine konuvermiş gibi geliyor bize Ahzap ve Nur surelerinin latif cemalleri. Biz tüm eksiklik ve hatalarımıza rağmen, tıpkı ilk aşkların sırrımıza sadık kitaplar arasında kurutulmuş o narin menekşeleri kadar saygıya değer buluyoruz bu eski bezleri, mahcubiyet duyuyoruz uluortalığa düşmesinden… Bugün bütün fotoğraflarını albümlerden, bir bir çıkartıyorum ablacım.

Sana da çok yakışırdı o eski "bez", seni tamamlar, seni yükseltirdi. Tıpkı Melike Belkis'in tacı gibi, tıpkı gravürlerdeki kutsal havarilerin başlarına çizili altından hareler gibi veya masallardaki Zümrüdü Ankaların kanatları gibi, Fatıma'nın Hüseyn'i sardığı pamuklu kundak gibi veya Magdalalı Meryem'in "Noli Me Tengere" diyen İsa'nın önünde yerlere kadar eğilirken sımsıkı büründüğü o uzun örtüsü gibi… "Üzülmeyin çocuklar, İsa bir gün geri inecek" diye Muallim'in döneceğini haber veren müjdeydi senin örtün…

Senin örtün Hızır'dan, senin örtün Zülkarneyn'den, senin örtün Mehdi'ye umut bağlamış en kadim haritalardan bahsederdi. Gemiye benzerdin örtünle, Nuh olup çıkardın dalgalar arasında çırpınan biz çocuklar için… Güzellik ve başarıya tapan Atlantis'in yaşadığı kıyametten bahsederdi sonra örtünün kıvrımları, hayat kadar ölüm ve ahiret de asılıydı örtünün uçlarında… Sonra Sadom, Gamore ve Pompei de en az Ankara ve İstanbul kadar tanıdık bildik heveslerdendi senin örtünün anlattığı masallarda. Ding dang dong diye vuran bir kıyamet saatiydi örtün, her baktığımızda "Tüm nefisler ölümü tadacaktır" ayetini söyleyen. Kendimizi toparlardık işittiğimizde sesini.

Biz senin örtünde Kurtuba'dan Aksa'ya yol alır, gülünü çemen sandığımız Yemen'e boş heybelerle uğurladığımız Mehmetlerin türküsünü yakardık. Çanakkale içinde vurulan çocuklarla aynı yaştaydık. Örtülüydük ve her yanımız Aynalı Çarşı'ydı. Ölmeden mezara koyulanlardandık. Bir kere bile "offf!Gençliğim!" demeden gelmiştik oysa bu yaşlara… Sen kalk, tüm umut bağladığımız davetine Sevgili Efendimiz'in, kalk da 50 yaşlarına dayandığın şu çağında, büyükanne çağında, sana nine diyecekleri çağda; "bez parçası" de, o Peygamber ikramına… Ne diyeyim, ne söyleyeyim sana?
"Rahatlamak" demişsin! Rahatlamak konusunda bir protistayla yarışabileceğinden elbette endişeliyim. Bilinçaltındaki gri hücrelerden, hormonlardan, kaslardan, genetikten, erotik G noktasından, hayız-nifas fıkhından ibaret değildir en "taş gibi"lerimiz bile, takdir edersin…

(Taş'ı kendime saklıyorum sevgili bebek)

Bugün seni evden çıkaracağım ama gel gör ki; 25 yıl önce bana öğrettiğin dualar da, bugün olmuş zihnimde. Veya Yalova'dan bir karlı günde zor zoraki yetişerek gelebildiğin Haliç Caddesindeki ders evimizde, odun sobasının yanında bana bağdaş kurarak yere oturmayı öğrettiğin günü de kalbim sızlayarak hatırladım. Uzun zarf içinde biz talebelere dağıtılmak üzere gönderilen sadaka ve zekat paylarının, önce ailesi en uzakta olanımızdan başlayarak kimseciklere de hissettirmeden bir tavus kuşunun kanadından dökülen o harika tüy misali nasıl da ikram edildiği… Hepsi bir bir aklımda… Aynen senden ve diğer ablalardan öğrendiğimiz gibi yapıyoruz biz hala. Küçükler yemeden biz uzanmıyoruz, hiçbir talebeye aç mısın diye sormadan Allah ne verdiyse ikram ediyoruz, kim öksürüyor, kimin hırkası yok, kimin çorabı delik, ayakkabısı su çekeni var mı aralarında, kim annesini özlemiş, kimin yaşı evlenmeye yaklaşmış, aynen senin bize yaptığın gibi, biz de öyle yapıyoruz… Biz de öyle!

Eski bir sagusun artık, edebiyattan çakmış tüm orta ikiden terk çocuklar için:
Reyhan Abla gitti mi?/ Issız acun kaldı mı?/ Şimdi yürek yırtılır…

"Kendi halinde tipler"den tüm sönük tebessümlü anneler de bilir ya; yırtık sökük demeyiz, kumaşı tersinden katlayıp iğneyle dikeriz. Yürek yırtılır dediğimize bakma be ablacım, diker geçeriz, diker geçeriz… Geçeriz. Geçeriz. Geçeriz…
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----

 

Benzer konular

Üst Alt