Hastalıklı sevgi | Eğitimin Yeni Yüzü | Egitimciyim.Net

Hastalıklı sevgi

  • Konbuyu başlatan cendere
  • Başlangıç tarihi
C

cendere

Ziyaretçi
İLİŞKİ BAĞIMLILIĞI ya da “İMKANSIZ AŞK (*)”

Hasan Öztoprak’ın “İmkansız Aşk” romanı yayımlandığında dikkatimi çekmişti. Ne var ki basında koparılan gürültü okuma isteğimi azaltmıştı. Neymiş, romanda yazılanlar, yazarının ünlü bir yazarla yaşadığı aşkı anlatıyormuş. Kadın yazarlar, kitabı hatta yayınevini topa tuttu. Sonra yayınevi, sanırım medyanın bombardımanından sıkıldı, kitabın satışını durdurdu. Ardından yayınevi kendini toparladı, kitabı tekrar satışa sundu. O zaman düşünmüştüm. Roman, gerçekten böyle bir yaşantıyı aktarıyorsa, bunu ancak iki kişi, anlatan ve anlatılan bilebilirdi. Okuyucu bunun farkına nasıl varsın ki? Olsa olsa birtakım ayrıntıların romanın dokusunda kullanıldığını hissedebilirdi; bu da önemli sayılmazdı. Öyleyse bu fırtına niçin çıkmıştı. Sonradan, yazarının, bir basın mensubuyla görüşmesinde, belirtilen kişiyle yaşadığı aşkı tıpatıp romanlaştırdığını söylediği açıklanmıştı. Eğer öyleyse yazar boşboğazlık etmişti ve bu davranışı kolay bağışlanır bir kusur sayılamazdı. Ancak böyle bir kusur işlendiyse, romanın değil, yazarının kusuruydu. Ne var ki basınımızın en azından televole kültürü davranışıyla pireyi deve yaptığı düşünülebilirdi. Belki yazar ilk romanının yayımlanması heyecanıyla kaşla göz arasında –acemice- bir reklam yapma sevdasına kapılmıştı. Her neyse, ne kadar tatsız olursa olsun, olan olmuştu ve “tanrı bile geçmişi silemezdi”. Olayın yaşandığı andaki heyecanını görmezden gelirsek, bu tartışmaların romanla ilgisi olamazdı. Bu tartışmalar nereye çekilirse çekilsin, sonucu değiştiremez, roman neyse odur. Sonuçta kitabı okudum fakat bu yazıyı yazmak için televole kültürünün egemenliğinin zaman denilen tedavi sonucu geçmesini bekledikten sonra yazmaya karar verdim.

Pek çok yazar, sezgisiyle, sanatçı yaratıcılığıyla insan ruhunun dokusunu, çoğu zaman konunun uzmanları kadar ve konunun uzmanlarından önce çözmüşler, yapıtlarında ortaya koymuşlardır. Kumar tutkusu bir hastalıktır. Hangi psikoloji ya da psikiyatri kitabı, bu hastalıklı tutkuyu Dostevieski kadar, Kumarbaz romanındaki kadar ilginç, çekici ve tam olarak ortaya koyabilmiştir?

“İlişki bağımlığı (relationship addiction)” bir ruhsal bozukluktur. Ne var ki psikiyatri içinde bile anlaşılması, tanınması çok yeni sayılır. Öztoprak’ın İmkansız Aşk’ı ise, bu tutkulu hastalığı, başlı başına ve hemen hemen eksiksiz olarak sergilemektedir. Kitabın arka sayfasındaki tanıtımına göz atalım: “..hüzünle öfkenin iç içe geçtiği, sisli ve bulanık bir düşler dünyasının (ben buna kurgu diyorum) derinlerinde kaybolan bir aşk hikayesi (buna da ilişki bağımlılığı diyorum). “.. hatta hastalıklı bir aşkın peşinde koşan S’nin öyküsü..(buna S’nin aşk bağımlılığı (love addiction) diyorum)”.

İlke olarak kitabın arka sayfasındaki notlar editör tarafından yazıldığına göre, editör de romanda anlatılanın hastalıklı bir aşk olduğunu fark ediyor demek ki. Elbette konunun uzmanı değildir fakat sezgileri yerindedir.

Sonuçta İmkansız Aşk bir aşk öyküsüdür. Adından anlaşılacağı gibi imkansız, dolayısıyla bunalımlı, karmaşık, hastalıklı. Öykü S’nin ağzından anlatıldığını için partneri Elda’nın duyguları anlaşılmıyor ama tahmin edebiliyoruz. S’nin duyguları ise çok net: “Ona o kadar bağlıyım, o kadar seviyorum ki... Hastalıklı sevgi budur işte; insanı alçaltır, aşağılık bir yaratığa dönüştürür.”

“Aşk böyle bir şeydi. İnsanın gücünü alan, kişiliğini zedeleyen, zaaflarını açığa çıkartıp karşısındakinin hizmetine sokan bir şey. Aşka muhatap olan kişi aşık olanın zaaflarının üstüne basarak yükselir, egemenliğini böyle kurar. Egemenlik arttıkça aşık olanın kişiliği giderek zayıflar, sonunda teslim olur. Artık aşık olan için esaret, aşık olunan içinse sonsuz özgürlük vardır.

“Elda için durum farklı.

“O benden aldığı özgürlük iksirini, Latif’te tüketiyor.”

Bir bakıma aşk üçgeni; S. ile Elda arasındaki, aşkta S. bağımlı, Latif’le Elda arasındaki ilişkide ise Elda bağımlı. Yazar, S.’nin ağzından, Elda’nın Latif’e bağımlılığını kastederek “onunki bir tür dağılma” diyor. Kendisininki farklıymış gibi.

“Ona aşıktım, evet ama bu imkansız bir aşktı, bu bir hastalıktı, tedavi edilmesi gereken bir hastalık.  ...bu hastalıktan kurtulmam için bir fırsat bu, Tanrım kuvvet ver bana.”

Sonra S.’nin feryadını işitiyoruz. “Hayır bu aşk olamaz, sadece aşk olamaz. Aşkın üstünde bir şey olmalı; henüz tanımlanmamış, adı konulmamış bir şey. Sevdiğim birçok insandan günlerce, aylarca uzak kaldığım oldu, bu denli bir özlem büyümemişti içimde. Ondan ayrıldığım günden bu yana midemin ortasında oturan bir kütle her gün beni büyüye büyüye kuşattı. Aklımdan bir an, bir saniye bile çıkmıyor, onu deli gibi merak ediyorum. Ona bir şey olacak korkusu öyle bir yapıştı ki, ne yapsam kurtulamıyorum bu korkudan.”

Şimdi yazarın söylediklerini psikiyatri diline çevirelim: “Bu aşk değil, aşkın dışında bir durum. Yeni tanımlanmış, adı yeni konulmuş bir hastalık; “İlişki bağımlılığı, ya da aşk bağımlılığı”. Kurtulamadığım kötü bir şey olacak hissi ‘anksiyete’dir.

Faruk Nafiz Çamlıbel, şimdilerde biraz yabancı görünse de şair için şöyle der bir şiirinde: “Eşyayı tanırken hepimiz sade dışından / esrarına yol bulduk onun anlatışından.” Hasan Öztoprak da Psikiyatride yeni bir tanım olan ilişki bağımlılığından haberdar olması kolay değildir. Ama, şair sezisiyle yakalamış görünüyor. Eğer kendi yaşantısından esinlendiyse yaşayarak tanımış olmalı. Son iki cümlenin amacı elbette bir yazara ruhsal bozukluk teşhisi koymak olamaz. Sadece sanatçı sezgisiyle önemli şeyler yakaladığını belirtmek amaçlanmıştır. Tıp kitaplarında, bir hastalık anlatıldıktan sonra, daha iyi kavranması için, hastalığı açık bir biçimde tanımlayan bir hastanın öyküsü eklenir. İmkansız aşk da böyledir, ilişki bağımlılığı anlatıldıktan sonra eklenecek bir öykü.

Madde bağımlılığı, ruhsal bozukluklar arasında yaygın rastlanması ve sonuçlarının hem kişi hem toplum için yıkıcı olması nedeniyle önem taşır. Doğal maddelerin küçük işlemlerden geçirilmesi sonucu elde edildikleri için en eski zamanlardan beri kullanıldığı  bilinmektedir. Psikiyatri uzmanlığını, bağımlılık üzerine yoğunlaştıran Hakan Coşkunol, madde bağımlılığının insan ruhunun tüm yönlerini etkileyişini madde madde, öz bir biçimle tanımlamaktadır:

Bağımlılık, bir duygu, bir düşünce, bir durum, bir eylem ya da bir maddeye karşı konulmaz bir şekilde istektir.

Bırakılmak istense de bırakılamaz.

Başlangıçta düşük dozlarla başlanır, giderek artırma ve sıklaştırma gerekir.

Bırakıldığı zaman birtakım yoksunluk belirtileri ortaya çıkarır.

Zarar görmesine rağmen kişi bu durumu sürdürür.

Böyle bir uyuşturucu bağımlısı, başlangıçta enerji kazanır. Düşünme yetisi, sosyal ve cinsel özgüveni, iş verimi artar. Yalnızlık, çökkünlük, uykusuzluk ve sıkıntı gibi istenmeyen belirtiler de ortaya çıkmış olsa bile kişiyi rahatlatır. İş verimi artmış olmakla birlikte işe gitmeme, çalışamama, hatta yasadışı yollara sapma göstermeye başlar. Düğün-dernek toplantıları, özel günler, toplantılar, bağımlılık yapan maddeyi kullanmayı kışkırtan nedenlerdir. Ardından dengesizlik, güvensizlik, başka uyuşturucu maddelere yönelme ortaya çıkar. Bağımlılık eğilimlerinin bilinçaltı tarafından kullanılması, hatalı bir korunma veya duygusal dengeyi sağlamak için yetersiz bir yardım gibidir.

İlişki bağımlılığı da madde bağımlılığı gibidir. Kullanılan uyuşturucu yerine bağlanılan kişi geçmiştir. Kişi, bağlandığı kişiyi, istese de bırakamaz. Bağımlılığın derecesi giderek artar. Zorunlu ayrılma durumunda birtakım yoksunluk belirtileri ortaya çıkar. Kişi zarar görmesine, bunun farkında olmasına rağmen bağımlılık sürdürülür. Bağımlı kişi ve bağlandığı partneri, bir tahterevallinin iki ucuna oturmuş gibidirler. Bağımlı kişi, yoğun duygular yaşarken partneri bu duyguları yaşamaz. Kişi partnerini önemserken partneri sadece kendini önemser. Kişi, tüm coşkusunu, desteğini, parasını, zamanını partneri için harcarken partneri kendi istek ve ihtiyaçlarını karşılamış olur. Kişi yüzde elliden fazlasını verirken partneri yüzde elliden fazlasını alır. Kişi partnerine aşırı değer verirken partneri aşırı değer görür. Kişi, partnerinin yanlış davranışlarını hoş görürken partneri yanlış davranışlar sergiler. Kişi partnerine yaklaşmaya çalışır, partneri ise o kişiden uzaklaşır. Sonuçta son derece asimetrik bir ilişki söz konusudur.

Madde bağımlılığı kişiyi ruhen, bedenen ve toplumsal yönden çökertir. İlişki bağımlılığı içindeki kişinin başına gelenler de hemen hemen aynıdır. Kişi kendisini tükenmiş hisseder. Benlik sınırları net değildir. Sado-mazohistik davranışlar sergiler. Olayları akışına bırakmaktan korkar. Bireysel gelişimleri sınırlı kalır. Partnerini değiştirmeye çalışır ve elbette başarılı olamaz. Çözümü kendisi dışında arar. Partneri tarafından terk edilmekten korkar.

Dahası, bağımlılık arttıkça karşısındaki kişi ya da ilişkiye aşırı tepki göstermeye başlar. Bu olmazsa kendini tamamen diğer kişiye ya da ilişkiye yöneltir. Bir başka olasılık olarak karşısındaki kişi ve ilişkiden gerçekdışı beklentilere kapılır.

Arkasından, kendisindeki çöküşün kısmen de farkına varılmasıyla, kişi iç muhasebesine odaklanır. Partnerine yoğun bir ihtiyaç duymakta mıdır? Aynı biçimde bu ilişkiye yoğun bir şekilde ihtiyaç duymakta mıdır? Partneri ile ilişkiyi yoğun bir şekilde yaşamakta mıdır? Partnerine karşı yoğun bir kıskançlık veya sahiplenme duygusu yaşamakta mıdır? Bu ilişki ile kendini feda mı etmektedir? İlişkisini ya da bağımlılığını çok mu erken ve yoğun biçimde belli etmiştir? Duygularını da aynı acelecilik ve yoğunlukla mı ortaya koymuştur? Sorunlar çıktığında gereksiz yere kendini suçlamakta mıdır? Partnerinden kısa sürede bile ayrılığa katlanamamakta mıdır? Bu tür sonu gelmez iç muhasebelerin, ilişki bağımlısı kişiyi tümden çöküşe sürükleyeceği kolayca anlaşılabilir. İsterseniz “ilişki bağımlığı” yerine “aşk bağımlılığı” da diyebilirsiniz. Perspektifi daha da genişleterek, bir siyasetçiye, herhangi bir düzeydeki bir parti liderine bağımlılık olarak da alabilirsiniz.

Sonuçta, ilişki bağımlısı kendini gereğinden çok fazla ortaya koymuş, çok fazla vermiştir. Karşısındaki kişiyle ya da ilişkiyle gereğinden fazla ilgilenmektedir. İlişki dışındaki sosyal hayatını tamamen bitirmiştir, en azından çok aza indirmiştir. İlişkisi dışında hiçbir ilgi alanı kalmamıştır. Tüm zamanını, hayatını, partneri ya da ondan gelecek bir haberi bekleyerek geçirir olmuştur. Her olayı ya da davranışı partneri ile bağlantılı görmektedir. Yaşamının dengesi bozulmuştur.

Üçbin yıllık edebiyat ve yüz yıllık psikiyatri tarihine göz atarsanız, önemli, edebiyat adına onurlu örtüşmelerle karşılaşırsınız. Ruhsal bozuklukların belirtilerini tanımlarken, kıskançlık hezeyanı için “”Othello Sendromu” adlandırması kullanılır. Shakespeare, hemen tüm yapıtlarında, sağlıklı, bunalımlı, kompleksli, kıskanç, kuşkucu, intikamcı kişilikleri bir bir tanımlamış ve ölümsüzleştirmiştir. Denilebilir ki insan ruhunun binbir yüzünü tanımak istiyorsanız, sadece Shakespeare’nin oyunlarını okumanız yeterlidir. Othello oyunundaki yiğit, bir o kadar da ruhsal karmaşalarla yoğrulmuş baş kahramanın, sevgilisi Desdemone’ye aşkı ve kıskançlık hezeyanları, işte sonuçta benzer ruhsal bozukluğu tanımlamak üzere kullanılmaktadır.

Freud, geçtiğimiz yüzyılın başlarında, bugün psikoloji ve psikiyatri dünyasında tartışıldığı kadar edebiyat ve tüm diğer sanat alanlarında da motor işlevi üstlenmiş, birçok sanat yapıtı için esin, hatta yaratıcılık kaynağı olmuştur. Aynı Freud, kuramını oluştururken, tanımladığı kavramlar için edebiyat yapıtlarına başvurmuştur. Oğlan çocuğun annesine yönelik karmaşalı bağımlığı için “Oedipus Kompleksi” adlandırmasını benimsemiştir. Aynı biçimde, kız çocuğun babaya bağımlılığı için “Elektra Kompleksi” adlandırmasına başvurmuştur. Oidipus da, Elektra da Eski Yunan tiyatrosunun ölümsüz tiyatro yapıtlarının ölümsüz kahramanlarıdır. Bu örnekler açıkça gösteriyor ki bilim yapanın ortaya koyduğu bir kavram, daha binlerce yıl öncesinde sanatçılarca kavranmış ve edebiyat yapıtı olarak ortaya konulmuştur. Sanatı yüce kılan nitelik, en başta, bilimcilere ilham veren özelliği olmalıdır.

(*) Hasan Öztoprak, İmkansız Aşk, Roman, Can Yy, 2003..

 

Benzer konular

Üst Alt