C
cendere
Ziyaretçi
Nevzat TARHAN
ntarhan@gmail.com
Bilindiği gibi absürt kelimesi; tuhaf, saçma ve dezorganize düşünceler için kullanılan bir sözcüktür.
Mazhar Osman hocamızın meşhur örneği vardır. İki şizofrenden biri kendisini Allah, diğeri ise kendisinin Peygamber olduğunu söylüyormuş. Mazhar Osman ayrı ayrı birbirleri hakkındaki kanaatlerini sorduğunda kendisini Allah zanneden kişi; “Ben ona böyle bir görev vermedim” deyip gülmüş. Kendisini Peygamber zanneden de diğeri için; “Doktor bey o deli, ne dediğini bilmiyor” demiş. İkisi de kendi dünyalarında haklı ve mantıklılar.
Psikiyatride yeni bilimsel yaklaşım ‘Beynimiz bir algılama organıdır, şizofreni hayal ile gerçeğin karıştırılması, hayallere gerçek gibi algılanarak değer verilmesidir’ şeklindedir.
Bir örnek vermek gerekirse; bir insan hayal kurar, kendisini Napolyon, Mehdi veya Atatürk olarak düşünerek hayal eder ve bundan hoşlanır. Sağlıklı insan realiteyi gördüğünde hayal kurduğunu düşünür ve ah çeker konuyu değiştirir.
Şizofren insan ise hayallerine inanmak için kanıtlar toplamaya başlar. Niyet yorumlaması yapar. Düşündüklerini söyleyen birisini gördüğünde bunu düşüncesinin okunduğuna kanıt olarak kabul eder. Kendisinin mehdi olduğuna inanan bir hastama kanıt sorduğumda “Mehdinin sağ bacağında ben varmış, bende de var” demişti.
Sovyetler Birliği’nde rejim muhalifleri bu algılama sonucu şizofren diye hastaneye gönderildiler. Sosyal Darwinizmde de benzer şekilde zencileri bunun için ‘Maymun düzeyinde kalmış insan’ şeklinde algılayarak köle statüsünde tuttular.
Önce inanmak istemediğim sonra gerçek olduğunu öğrendiğimde şaşırdığım Anayasa Mahkemesi karar tutanakları çok ilginçti. Bu tutanaklar bana ‘AYM’de realiteyi test edemeyen üyeler mi var?’ düşüncesi oluşturdu.
“Kıyafet şekil meselesidir onun için bu mesele bizim alanımıza girer, seçim aralığını 20 yıla çıkaran bir teklif olursa kabul edecek miyiz?” gibi niyet okuma veya kavram tanımlamasını değiştirerek ve fantezilere inanarak algılama şeklindeki düşünce çarpıklığı söz konusu gibi görünüyor. Yüksek yargıçlar bu absürt, saçma yorumu nasıl yaptılar?
Kıyafet bir şekil meselesidir ancak insanın şekil meselesidir. İnsanın kişiliği yerine kıyafeti geçmez. Bir hastalığı tedavi ederken, iğne yapmak şekil meselesidir, reçete yazmak ise esas meseledir.
Bazı AYM üyeleri şekil ile esası birbirine karıştırmışa benziyorlar. Olayları ayrıştırmadan düşünmek, o makamda olanlar için hiç sağlıklı bir akıl değildir.
Burada yaşanan karışıklık bir hemşirenin doktorluk yapması gibidir. Hemşire iğnenin yapılmasını doktordan daha iyi bilir, gerekirse doktoru uyarır. “Bu iğneyi damardan değil kalçadan yapalım, şöyle bir tehlike olabilir” der ama hiç bir zaman ilaca müdahale etmez.
Anayasal yargıda anayasaların özünü, esasını toplumun çoğunluğu değiştirir, bunun uygulanabilirliğini yani yöntemini Anayasa Mahkemesi belirler. Doktor toplum, Anayasa Mahkemesi hemşiredir. Hemşire doktorun işine karışmışsa ya sorumsuzdur ve suç işliyordur ya şizofrendir ya da kötü niyetlidir. Bedel ödemesi gerekir.
Anayasal yargının anayasanın özüne, esasına müdahale yetkisi yoktur, usulu bahane ederek reçete yazamaz. Yazarsa yetki aşımı vardır.
Eğer hemşire iğne yapmak sağlık meselesidir, reçete yazmak da sağlık meselesidir ben reçete yazabilirim diyorsa şekil ile esası karıştırmış demektir. Buna ‘deli saçması’ diye gülersiniz. Yahut Temel fıkrası olarak kabul edebilirsiniz. Kıyafet algılaması da benzer bir durum değil mi?
Bu arada AYM Başkanı Sayın Haşim Kılıç’ın kendisini Mahkeme Başkanı olarak, yorum getirecek, hikmetle davranacak bir kişi olarak görmesini diliyorum. AYM noteri gibi davranmamalıdır!
Acaba AYM’de kendisini Atatürk yerine koyan hâkimlerimiz mi var?
Basit bir ceza davasında bile bilirkişilik müessesesi kullanılır. Üniversitelerin Hukuk Fakültelerinden doğal bilirkişilik oluşturarak yardım alamaz mıydı? TBMM yeniden görüşülmek üzere davayı geri göndermenin yolunu bulmalıdır.
Türk insanı böyle bir hukuksuzluğa layık değildir. Sağlıklı düşünenmeyen yüksek yargıçlar varsa gereği yapılmalıdır!
ntarhan@gmail.com
Bilindiği gibi absürt kelimesi; tuhaf, saçma ve dezorganize düşünceler için kullanılan bir sözcüktür.
Mazhar Osman hocamızın meşhur örneği vardır. İki şizofrenden biri kendisini Allah, diğeri ise kendisinin Peygamber olduğunu söylüyormuş. Mazhar Osman ayrı ayrı birbirleri hakkındaki kanaatlerini sorduğunda kendisini Allah zanneden kişi; “Ben ona böyle bir görev vermedim” deyip gülmüş. Kendisini Peygamber zanneden de diğeri için; “Doktor bey o deli, ne dediğini bilmiyor” demiş. İkisi de kendi dünyalarında haklı ve mantıklılar.
Psikiyatride yeni bilimsel yaklaşım ‘Beynimiz bir algılama organıdır, şizofreni hayal ile gerçeğin karıştırılması, hayallere gerçek gibi algılanarak değer verilmesidir’ şeklindedir.
Bir örnek vermek gerekirse; bir insan hayal kurar, kendisini Napolyon, Mehdi veya Atatürk olarak düşünerek hayal eder ve bundan hoşlanır. Sağlıklı insan realiteyi gördüğünde hayal kurduğunu düşünür ve ah çeker konuyu değiştirir.
Şizofren insan ise hayallerine inanmak için kanıtlar toplamaya başlar. Niyet yorumlaması yapar. Düşündüklerini söyleyen birisini gördüğünde bunu düşüncesinin okunduğuna kanıt olarak kabul eder. Kendisinin mehdi olduğuna inanan bir hastama kanıt sorduğumda “Mehdinin sağ bacağında ben varmış, bende de var” demişti.
Sovyetler Birliği’nde rejim muhalifleri bu algılama sonucu şizofren diye hastaneye gönderildiler. Sosyal Darwinizmde de benzer şekilde zencileri bunun için ‘Maymun düzeyinde kalmış insan’ şeklinde algılayarak köle statüsünde tuttular.
Önce inanmak istemediğim sonra gerçek olduğunu öğrendiğimde şaşırdığım Anayasa Mahkemesi karar tutanakları çok ilginçti. Bu tutanaklar bana ‘AYM’de realiteyi test edemeyen üyeler mi var?’ düşüncesi oluşturdu.
“Kıyafet şekil meselesidir onun için bu mesele bizim alanımıza girer, seçim aralığını 20 yıla çıkaran bir teklif olursa kabul edecek miyiz?” gibi niyet okuma veya kavram tanımlamasını değiştirerek ve fantezilere inanarak algılama şeklindeki düşünce çarpıklığı söz konusu gibi görünüyor. Yüksek yargıçlar bu absürt, saçma yorumu nasıl yaptılar?
Kıyafet bir şekil meselesidir ancak insanın şekil meselesidir. İnsanın kişiliği yerine kıyafeti geçmez. Bir hastalığı tedavi ederken, iğne yapmak şekil meselesidir, reçete yazmak ise esas meseledir.
Bazı AYM üyeleri şekil ile esası birbirine karıştırmışa benziyorlar. Olayları ayrıştırmadan düşünmek, o makamda olanlar için hiç sağlıklı bir akıl değildir.
Burada yaşanan karışıklık bir hemşirenin doktorluk yapması gibidir. Hemşire iğnenin yapılmasını doktordan daha iyi bilir, gerekirse doktoru uyarır. “Bu iğneyi damardan değil kalçadan yapalım, şöyle bir tehlike olabilir” der ama hiç bir zaman ilaca müdahale etmez.
Anayasal yargıda anayasaların özünü, esasını toplumun çoğunluğu değiştirir, bunun uygulanabilirliğini yani yöntemini Anayasa Mahkemesi belirler. Doktor toplum, Anayasa Mahkemesi hemşiredir. Hemşire doktorun işine karışmışsa ya sorumsuzdur ve suç işliyordur ya şizofrendir ya da kötü niyetlidir. Bedel ödemesi gerekir.
Anayasal yargının anayasanın özüne, esasına müdahale yetkisi yoktur, usulu bahane ederek reçete yazamaz. Yazarsa yetki aşımı vardır.
Eğer hemşire iğne yapmak sağlık meselesidir, reçete yazmak da sağlık meselesidir ben reçete yazabilirim diyorsa şekil ile esası karıştırmış demektir. Buna ‘deli saçması’ diye gülersiniz. Yahut Temel fıkrası olarak kabul edebilirsiniz. Kıyafet algılaması da benzer bir durum değil mi?
Bu arada AYM Başkanı Sayın Haşim Kılıç’ın kendisini Mahkeme Başkanı olarak, yorum getirecek, hikmetle davranacak bir kişi olarak görmesini diliyorum. AYM noteri gibi davranmamalıdır!
Acaba AYM’de kendisini Atatürk yerine koyan hâkimlerimiz mi var?
Basit bir ceza davasında bile bilirkişilik müessesesi kullanılır. Üniversitelerin Hukuk Fakültelerinden doğal bilirkişilik oluşturarak yardım alamaz mıydı? TBMM yeniden görüşülmek üzere davayı geri göndermenin yolunu bulmalıdır.
Türk insanı böyle bir hukuksuzluğa layık değildir. Sağlıklı düşünenmeyen yüksek yargıçlar varsa gereği yapılmalıdır!