Mesut paşa

  • Konbuyu başlatan cendere
  • Başlangıç tarihi
C

cendere

Ziyaretçi
Mustafa Ünal-ZAMAN

28 Şubat sürecindeki rolü nedeniyle siyasi rakibi Tansu Çiller'in 'Onbaşı Mesut' yakıştırmasını çağrıştırmak için atmadım bu başlığı. 'Onbaşıydı paşa oldu' demek de istemiyorum.
Strasburg'da söyledikleri bir siyasetçiye hiç ama hiç yakışmıyor. Hele merkez sağda siyaset yapmış bir isme. Anlamak güç; yeni arayışlar peşinde koşan bir siyasetçi böyle konuşur mu? Daha çok ortalıkta dolaşan emekli paşaların sözlerini andırıyor.

Mesut Yılmaz, Avrupa Parlamentosu'nda 'Yeşiller' diye bilinen grubun düzenlediği 'Türkiye'de neler oluyor?' panelinde sözü alıyor, başlıyor anlatmaya. Neler söylemiyor ki... 'Niye şaşırıyorsun' 28 Şubat sürecinin başbakanı idi, normaldir' diyebilirsiniz. Doğru, 28 Şubat Yılmaz'ı başbakan koltuğuna yükseltti. Ardından çok ağır bedel ödedi. Merkez sağ onun yüzünden çöktü, ANAP barajın altında kaldı. Gözünü cumhurbaşkanlığına dikmişken kendini Meclis'in dışında buldu.

Yılmaz, konuşmasında parti kapatmayı savunuyor; 'Parti kapatma iptidai bir ceza, ancak Türkiye gerçekleri karşısında bu uygulama korunmalıdır' diyor, AK Parti davasıyla ilgili bir soruya verdiği cevapta. Yılmaz parti kapatmanın çare olmadığını en yakından bilen isimlerinden biri oysa. RP'nin kapanmasına, FP'nin kapanmasına tanıklık etti. Her iki partinin kapatılması hangi derde deva oldu? Hiç.

Meydanın boşalmasından kısa süreliğine yararlananlar oldu. Mesut Yılmaz gibi. Sandıktan başbakan olarak çıkmadı, Ankara oyunlarıyla iktidar olabildi. Partilerin mahkeme yoluyla kapatılması demokrasiyi gerilettiği gibi siyasi açıdan istenen neticeyi doğurmadı. Gerçekler ortada; kapatılan partilerden filizlenen oluşumlar büyüyerek yoluna devam etti.

Yılmaz'ın parti kapatmaları savunmasını anlayabilmek mümkün değil. Belki AK Parti'ye husumetinden kaynaklanmış olabilir. Husumetin nedeni de ortada... Yüce Divan dosyaları AK Parti'nin oylarıyla Meclis'ten geçti. Eğer böyleyse meseleyi kişiselleştirdiği söylenebilir, bu da siyasetçiye yakışmaz.

Yılmaz'ın konuşmasında benim asıl takıldığım şu sözler: 'Ben Türkiye'de orduyla polemiğe en çok giren siyasetçilerdenim. Şunu söyleyebilirim ki Türk generallerinin ülkeyi yönetmek arzusu yok. Yönetmek isteyenler de ayıklanıyor. Ama bölücülük ve irtica tehlikesi devam ettiği sürece askerin kışlasına dönmesi beklenemez.' İster inanın ister inanmayın bu sözler Mesut Yılmaz'ın ağzından çıkmış.

Ne söylemek istediği çok açık: Asker bölücü ve irtica tehdidine karşı siyasal sisteme sürekli müdahale edebilir. Buradan Yılmaz'ın sadece müdahaleleri değil askerî darbeleri dahi meşru bulduğu sonucu çıkmaz mı? Bir zamanlar Avrupa Birliği'nin, demokrasinin bayraktarlığını yapan Mesut Yılmaz'ın geldiği noktaya bakın. Şimdi askeri kışla dışında görmekten rahatsız olmayan bir siyasetçi profili çiziyor. Üstelik CHP'den değil, merkez sağdan bir siyasetçi bu.

Yılmaz bu çıkışıyla bırakın Avrupa'yı, dünyayı, Türkiye gerçeklerinden de ne kadar uzak durduğunu gösteriyor. Karşı hamlelere rağmen Türkiye'nin yönü demokrasi ve özgürlükten yana. Toplum daha fazla özgürlük, daha fazla demokrasi istiyor. Evrensel standartlarda demokrasi yükselen değer. Ayrıca siyaset bölücülükle de irtica ile de mücadele edecek yeteneğe ve dinamizme sahip. Asker başta olmak üzere kurumların görevi siyasetçilerden rol çalmak değil, olağan sınırlar içinde vazifelerini sürdürmek. Yılmaz tekrar başbakan koltuğuna oturursa Anayasa'nın hükümetlere tanıdığı alanın bir bölümünü kışla dışındaki askere bırakacak.

Mesut Yılmaz 22 Temmuz seçimlerinde Meclis'e bağımsız milletvekili olarak girdi. Yeni partiden, bazı siyasi projelerden söz ediyor. Bu söyledikleriyle siyaset yapabilmesi mümkün değil. AK Parti'nin akıbetine göre belki Ankara siyasetinde kısa ömürlü mevzi başarılar elde edebilir ama halka yöneldiğinde bu siyasi çizgi hiçbir karşılık bulamaz. 'Demokratik sisteme askerin müdahalesini savunan bir siyasetçinin' sandıkta hiç şansı olmaz.


20 Haziran 2008, Cuma
 

Benzer konular

Üst