B
bilge_66
Ziyaretçi
Modern Türk şiirinin gür sesli şairlerinden Erdem Bayazıt, (69) dün İstanbul'da vefat etti. En çok bilinen şiirlerinden birinde dediği gibi, 'ölümsüzlüğü tattı'.
Erdem Bayazıt, bir neslin Erdem Ağabey'i olarak hatırlanacak hep. O heybetli duruşunu yumuşatan sıcacık güler yüzü, bir çocuk duyarlığı taşıyan merhametli bakışları ve babacan tavrıyla... Yalın bir insandı, külfetsizdi. Sanki 'ağabey' olsun diye yaratılmıştı. Onu görünce insanın kalbi yumuşardı. Bir dönem siyasete atılmış, milletvekili olmuştu; ama o dünyaya yabancı olduğu her halinden belliydi. Vekilliği sona erince bir daha dönmedi siyasete. Onun asıl sanatı şiirdi. Genç kuşakların ondan öğrendiği en temel bilgi, vicdanının sesiyle konuşmaktı galiba. İnsanlığın acılarına ağlayabilme inceliği...
İlk kitabı "Sebep Ey!" yayımlandığında, Türk edebiyatı o güne kadar pek alışık olmadığı yerli bir lirizmle, zulme ve haksızlığa açıkça meydan okuyan, gönlünün coğrafyası geniş bir şairle tanışıyordu. Şiirindeki bu damar, daha sonraki eserlerinde güçlenerek ve genişleyerek yeni mecralar buldu. İslam coğrafyasının acıları modern şiirimizde belki de ilk kez onun şiirlerinde gür bir sesle dile getirildi. Afgan cihadı üstüne yazdığı şiirler, bir dönemin ruhunu yansıttı ve bir bilinç ışıldaması oluşturdu. Mehmet Kaplan başta olmak üzere kimi eleştirmenler, onun şiirini yanlış anladı ve yorumladı. O, İslam uygarlığını bir bütün olarak ele alıyor ve ondan kopan modern insanın yalnızlığını, şehirlerde beton duvarlar arasında kayboluşunu, emeğinin sömürülüşünü anlatıyordu. Acı kadar umut da vardı şiirinde, bir müjdeden söz ediyordu. Suların coşacağını, denizlerin kabaracağını, ölü şehirlerin canlanacağını ve bir gün yıldızlar arasından yemyeşil bir rüzgârın eseceğini haber veriyordu: "Sizin bahçenizde büyüyecek imanın güneş yüzlü çocuğu."
Erdem Bayazıt hep dostlarıyla anılan nadir insanlardan biridir. Onun adı anılanca peşinden Cahit Zarifoğlu, Alaeddin Özdenören, Rasim Özdenören, Akif İnan, Alim Kahraman... adlarını anma gereği duyarsınız. Ve elbette Kahraman Maraş'ı... Şimdi Kahramanmaraş da dostları da onu yitirmenin acısını yaşıyor. Fakat o daha erken yaşlarında ölümü öylesine sindirmişti ki içine, bunu öyle dokunaklı dizelerle ilan etmişti ki ardında kalanlara diyecek pek fazla birşey de bırakmamıştı. Bize, geride kalanlara söyle diyordu bir şiirinde: "...Ne tuhafsınız dostlar / Güçsüz kadınlar gibi ağlaşmak niye / Yükselmek varken ölümsüzlüğe..."
Erdem Bayazıt, 1939 yılında Kahraman Maraş'ta doğdu. İlk ve orta öğrenimini burada tamamladı. 1959 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde yüksek öğrenime başladı. 1963'te yüksek öğrenimine ara vererek askere gitti. Askerlik dönüşünde Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümüne kaydoldu. 1971 yılında buradan mezun olan Bayazıt, Kahramanmaraş Lisesi'nde edebiyat öğretmeni olarak göreve başladı. Daha sonra Kahramanmaraş İl Halk Kütüphanesi'ne müdür oldu.
Öğrencilik yıllarında şiir yazmaya başlayan Bayazıt, Edebiyat ve Mavera dergilerinin kurucuları arasında yer aldı. İlk şiirleri 1958'de Kahramanmaraş'ta yayınlanan Hamle dergisi ve Gençlik gazetesinin sanat ekinde çıktı. Şiir ve yazılarını Büyük Doğu, Diriliş, Edebiyat, Mavera, Yedi İklim dergileri ile Yeni İstiklal, Yeni Devir ve Zaman gazetelerinde yayımlandı. İlk şiir kitabı olan "Sebeb Ey" 1972 yılında Edebiyat Yayınları arasında çıktı. 1981 yılı Temmuz ayında Ajans 1400 film ekibiyle birlikte Afganistan'a doğru yola çıkan şair, Pakistan'ın Peşaver kenti başta olmak üzere İran, Hindistan ve Afganistan içlerini gezdi. Yaptığı bu iki aylık gezinin izlenimlerini topladığı "İpek yolundan Afganistan'a" adlı eseriyle 1983 yılında Türkiye Yazarlar Birliği Basın Ödülü'nü kazandı. 1984'te Devlet Planlama Teşkilatı'na sözleşmeli personel olarak giren şair, daha sonra bu görevi bıraktı. 1987 milletvekili seçimlerinde Anavatan Partisi'nden Kahramanmaraş milletvekili seçilerek Milli Eğitim ve Çevre Komisyonlarında görev aldı. 1988 yılında "Risaleler" adlı şiir kitabıyla Türkiye Yazarlar Birliği Şiir Ödülünü kazandı. Milletvekilliği sona erdikten sonra İstanbul 'a yerleşti. Evli ve dört çocuk babası olan Bayazıt'ın bütün şiirleri "Şiirler" (2007) adıyla İz Yayıncılık tarafından yayımlandı.
SANA, BANA, VATANIMA, ÜLKEMİN İNSANLARINA DAİR
''Telgrafın tellerini kurşunlamalı''
Öyle değildi bu türkü bilirim
Bir de içime
-Her istasyonda duran sonra tekrar yürüyen-
Bir posta katarı gibi simsiyah dumanlar dökerek
Bazan gelmesi beklenen bazan ansızın çıkagelen
Haberler bilirim mektuplar bilirim.
Gamdan dağlar kurmalıyım
Kayaları kelimeler olan
Kırk ikindi saymalıyım
Kırk gün hüzün boşaltan omuzlarıma saçlarıma
Saçlarının akışını anar anmaz omuzlarından
Baştan ayağa ıslanmalıyım
Gam dağlarına çıkıp naralar atmalıyım.
İçimde kaynayan bir mahşer var
Bu mahşer birde annelerinin kalbinde kaynar
Çünkü onlar yün örerken pencere önlerinde
Ya da çamaşır sererken bahçelerinde
Birden alıverirler kara haberini
Okul dönüşü bir trafik kazasında
Can veren oğullarının.
Bir de gencecik aşıkların yüreklerini bilirim
Bir dolmuşta yorgun şoförler için bestelenmiş
Bir şarkıdan bir kelime düşüverince içlerine
Karanlık sokaklarına dalarak şehirlerin
Beton apartmanların sağır duvarlarını yumruklayan
Ya da melal denizi parkların ıssız yerlerinde
Örneğin Hint Okyanusu gibi derin
İsyanın kapkara sularına dalan.
Nice akşamlar bilirim ki
Karanlığını
Bir millet hastanesinde
Dokuz kişilik kadınlar koğuşu koridorunda
Başını kalorifer borularına gömmüş
Beyaz giysilerinden uykular dökülen tabiplerden
Haber sormaya korkan
Genç kızların yüreğinden almıştır.
Bir de baharlar bilirim
Apartman odalarında büyüyen çocukların bilmediği bilemeyeceği
Anadolu bozkırlarında
İstanbul’dan çıkıp Diyarbekir’e doğru
Tekerleri yamalı asfaltları bir ağustos susuzluğu ile içen
Cesur otobüs pencerelerinden
Bilinçsiz bir baş kayması ile görülen
Evrensel kadınların iki büklüm çapa yaptıkları tarla kenarlarında
Çıplak ayakları yumuşak topraklara batmış ırgat çocuklarının
Bir ellerinde bayat bir ekmeği kemirirken
Diğer ellerinde sarkan yemyeşil bir soğanla gelen.
Yazlar bilirim memleketime özgü
Yiğit köy delikanlılarının
İncir çekirdeği meselelerle birbirlerini kurşunladıkları
Birinin ölü dudaklarından sızan kan daha kurumadan
Üstüne cehennem güneşlerde göğermiş mor sinekler konup kalkan
Diğeri kan ter içinde yayla yollarında
Mavzerinin demirini alnına dayamış
Yüreği susuzluktan bunalan
İçinden mahpushane çeşmeleri akan
Ansızın parlayan keklikleri jandarma baskını sanıp
Apansız silahına davranan
Nice delikanlıların figüranlık yaptığı
Yazlar bilirim memleketime özgü
Güzler bilirim ülkeme dair
Karşılıksız kalmış bir sevda gibi gelir
Kalakalmış bir kıyıda melül ve tenha
Kalbim gibi
Kaybolmuş daracık ceplerinde elleri
Titreyen kenar mahalle çocukları
Bir sıcak somun için, yalın kat bir don için
Dökülürler bulvarlara yapraklar gibi.
Kadınlar bilirim ülkeme ait
Yürekleri Akdeniz gibi geniş, soluğu Afrika gibi sıcak
Göğüsleri Çukurova gibi münbit
Dağ gibi otururlar evlerinde
Limanlar gemileri nasıl beklerse
Öyle beklerler erkeklerini
Yaslandın mı çınar gibidir onlar sardın mı umut gibi.
İsyan şiirleri bilirim sonra
Kelimeler ki tank gibi geçer adamın yüreğinden
Harfler harp düzeni almıştır mısralarında
Kimi bir vurguncuyu gece rüyasında yakalamıştır
Kimi bir soygun sofrasında ışıklı sofralarda
Hırsızın gırtlağına tıkanmıştır.
Müslüman yürekler bilirim daha
Kızdı mı cehennem kesilir sevdi mi cennet
Eller bilirim haşin hoyrat mert
Alınlar görmüşüm ki vatanımın coğrafyasıdır
Her kırışığı sorulacak bir hesabı
Her çizgisi tarihten bir yaprağı anlatır.
Bütün bunların üstüne
Hepsinin üstüne sevda sözleri söylemeliyim
Vatanım milletim tüm insanlar kardeşlerim
Sonra sen gelmelisin dilimin ucuna adın gelmeli
Adın kurtuluştur ama söylememeliyim
Can kuşum, umudum, canım sevgilim.
Erdem Bayazıt, bir neslin Erdem Ağabey'i olarak hatırlanacak hep. O heybetli duruşunu yumuşatan sıcacık güler yüzü, bir çocuk duyarlığı taşıyan merhametli bakışları ve babacan tavrıyla... Yalın bir insandı, külfetsizdi. Sanki 'ağabey' olsun diye yaratılmıştı. Onu görünce insanın kalbi yumuşardı. Bir dönem siyasete atılmış, milletvekili olmuştu; ama o dünyaya yabancı olduğu her halinden belliydi. Vekilliği sona erince bir daha dönmedi siyasete. Onun asıl sanatı şiirdi. Genç kuşakların ondan öğrendiği en temel bilgi, vicdanının sesiyle konuşmaktı galiba. İnsanlığın acılarına ağlayabilme inceliği...
İlk kitabı "Sebep Ey!" yayımlandığında, Türk edebiyatı o güne kadar pek alışık olmadığı yerli bir lirizmle, zulme ve haksızlığa açıkça meydan okuyan, gönlünün coğrafyası geniş bir şairle tanışıyordu. Şiirindeki bu damar, daha sonraki eserlerinde güçlenerek ve genişleyerek yeni mecralar buldu. İslam coğrafyasının acıları modern şiirimizde belki de ilk kez onun şiirlerinde gür bir sesle dile getirildi. Afgan cihadı üstüne yazdığı şiirler, bir dönemin ruhunu yansıttı ve bir bilinç ışıldaması oluşturdu. Mehmet Kaplan başta olmak üzere kimi eleştirmenler, onun şiirini yanlış anladı ve yorumladı. O, İslam uygarlığını bir bütün olarak ele alıyor ve ondan kopan modern insanın yalnızlığını, şehirlerde beton duvarlar arasında kayboluşunu, emeğinin sömürülüşünü anlatıyordu. Acı kadar umut da vardı şiirinde, bir müjdeden söz ediyordu. Suların coşacağını, denizlerin kabaracağını, ölü şehirlerin canlanacağını ve bir gün yıldızlar arasından yemyeşil bir rüzgârın eseceğini haber veriyordu: "Sizin bahçenizde büyüyecek imanın güneş yüzlü çocuğu."
Erdem Bayazıt hep dostlarıyla anılan nadir insanlardan biridir. Onun adı anılanca peşinden Cahit Zarifoğlu, Alaeddin Özdenören, Rasim Özdenören, Akif İnan, Alim Kahraman... adlarını anma gereği duyarsınız. Ve elbette Kahraman Maraş'ı... Şimdi Kahramanmaraş da dostları da onu yitirmenin acısını yaşıyor. Fakat o daha erken yaşlarında ölümü öylesine sindirmişti ki içine, bunu öyle dokunaklı dizelerle ilan etmişti ki ardında kalanlara diyecek pek fazla birşey de bırakmamıştı. Bize, geride kalanlara söyle diyordu bir şiirinde: "...Ne tuhafsınız dostlar / Güçsüz kadınlar gibi ağlaşmak niye / Yükselmek varken ölümsüzlüğe..."
Erdem Bayazıt, 1939 yılında Kahraman Maraş'ta doğdu. İlk ve orta öğrenimini burada tamamladı. 1959 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde yüksek öğrenime başladı. 1963'te yüksek öğrenimine ara vererek askere gitti. Askerlik dönüşünde Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümüne kaydoldu. 1971 yılında buradan mezun olan Bayazıt, Kahramanmaraş Lisesi'nde edebiyat öğretmeni olarak göreve başladı. Daha sonra Kahramanmaraş İl Halk Kütüphanesi'ne müdür oldu.
Öğrencilik yıllarında şiir yazmaya başlayan Bayazıt, Edebiyat ve Mavera dergilerinin kurucuları arasında yer aldı. İlk şiirleri 1958'de Kahramanmaraş'ta yayınlanan Hamle dergisi ve Gençlik gazetesinin sanat ekinde çıktı. Şiir ve yazılarını Büyük Doğu, Diriliş, Edebiyat, Mavera, Yedi İklim dergileri ile Yeni İstiklal, Yeni Devir ve Zaman gazetelerinde yayımlandı. İlk şiir kitabı olan "Sebeb Ey" 1972 yılında Edebiyat Yayınları arasında çıktı. 1981 yılı Temmuz ayında Ajans 1400 film ekibiyle birlikte Afganistan'a doğru yola çıkan şair, Pakistan'ın Peşaver kenti başta olmak üzere İran, Hindistan ve Afganistan içlerini gezdi. Yaptığı bu iki aylık gezinin izlenimlerini topladığı "İpek yolundan Afganistan'a" adlı eseriyle 1983 yılında Türkiye Yazarlar Birliği Basın Ödülü'nü kazandı. 1984'te Devlet Planlama Teşkilatı'na sözleşmeli personel olarak giren şair, daha sonra bu görevi bıraktı. 1987 milletvekili seçimlerinde Anavatan Partisi'nden Kahramanmaraş milletvekili seçilerek Milli Eğitim ve Çevre Komisyonlarında görev aldı. 1988 yılında "Risaleler" adlı şiir kitabıyla Türkiye Yazarlar Birliği Şiir Ödülünü kazandı. Milletvekilliği sona erdikten sonra İstanbul 'a yerleşti. Evli ve dört çocuk babası olan Bayazıt'ın bütün şiirleri "Şiirler" (2007) adıyla İz Yayıncılık tarafından yayımlandı.
SANA, BANA, VATANIMA, ÜLKEMİN İNSANLARINA DAİR
''Telgrafın tellerini kurşunlamalı''
Öyle değildi bu türkü bilirim
Bir de içime
-Her istasyonda duran sonra tekrar yürüyen-
Bir posta katarı gibi simsiyah dumanlar dökerek
Bazan gelmesi beklenen bazan ansızın çıkagelen
Haberler bilirim mektuplar bilirim.
Gamdan dağlar kurmalıyım
Kayaları kelimeler olan
Kırk ikindi saymalıyım
Kırk gün hüzün boşaltan omuzlarıma saçlarıma
Saçlarının akışını anar anmaz omuzlarından
Baştan ayağa ıslanmalıyım
Gam dağlarına çıkıp naralar atmalıyım.
İçimde kaynayan bir mahşer var
Bu mahşer birde annelerinin kalbinde kaynar
Çünkü onlar yün örerken pencere önlerinde
Ya da çamaşır sererken bahçelerinde
Birden alıverirler kara haberini
Okul dönüşü bir trafik kazasında
Can veren oğullarının.
Bir de gencecik aşıkların yüreklerini bilirim
Bir dolmuşta yorgun şoförler için bestelenmiş
Bir şarkıdan bir kelime düşüverince içlerine
Karanlık sokaklarına dalarak şehirlerin
Beton apartmanların sağır duvarlarını yumruklayan
Ya da melal denizi parkların ıssız yerlerinde
Örneğin Hint Okyanusu gibi derin
İsyanın kapkara sularına dalan.
Nice akşamlar bilirim ki
Karanlığını
Bir millet hastanesinde
Dokuz kişilik kadınlar koğuşu koridorunda
Başını kalorifer borularına gömmüş
Beyaz giysilerinden uykular dökülen tabiplerden
Haber sormaya korkan
Genç kızların yüreğinden almıştır.
Bir de baharlar bilirim
Apartman odalarında büyüyen çocukların bilmediği bilemeyeceği
Anadolu bozkırlarında
İstanbul’dan çıkıp Diyarbekir’e doğru
Tekerleri yamalı asfaltları bir ağustos susuzluğu ile içen
Cesur otobüs pencerelerinden
Bilinçsiz bir baş kayması ile görülen
Evrensel kadınların iki büklüm çapa yaptıkları tarla kenarlarında
Çıplak ayakları yumuşak topraklara batmış ırgat çocuklarının
Bir ellerinde bayat bir ekmeği kemirirken
Diğer ellerinde sarkan yemyeşil bir soğanla gelen.
Yazlar bilirim memleketime özgü
Yiğit köy delikanlılarının
İncir çekirdeği meselelerle birbirlerini kurşunladıkları
Birinin ölü dudaklarından sızan kan daha kurumadan
Üstüne cehennem güneşlerde göğermiş mor sinekler konup kalkan
Diğeri kan ter içinde yayla yollarında
Mavzerinin demirini alnına dayamış
Yüreği susuzluktan bunalan
İçinden mahpushane çeşmeleri akan
Ansızın parlayan keklikleri jandarma baskını sanıp
Apansız silahına davranan
Nice delikanlıların figüranlık yaptığı
Yazlar bilirim memleketime özgü
Güzler bilirim ülkeme dair
Karşılıksız kalmış bir sevda gibi gelir
Kalakalmış bir kıyıda melül ve tenha
Kalbim gibi
Kaybolmuş daracık ceplerinde elleri
Titreyen kenar mahalle çocukları
Bir sıcak somun için, yalın kat bir don için
Dökülürler bulvarlara yapraklar gibi.
Kadınlar bilirim ülkeme ait
Yürekleri Akdeniz gibi geniş, soluğu Afrika gibi sıcak
Göğüsleri Çukurova gibi münbit
Dağ gibi otururlar evlerinde
Limanlar gemileri nasıl beklerse
Öyle beklerler erkeklerini
Yaslandın mı çınar gibidir onlar sardın mı umut gibi.
İsyan şiirleri bilirim sonra
Kelimeler ki tank gibi geçer adamın yüreğinden
Harfler harp düzeni almıştır mısralarında
Kimi bir vurguncuyu gece rüyasında yakalamıştır
Kimi bir soygun sofrasında ışıklı sofralarda
Hırsızın gırtlağına tıkanmıştır.
Müslüman yürekler bilirim daha
Kızdı mı cehennem kesilir sevdi mi cennet
Eller bilirim haşin hoyrat mert
Alınlar görmüşüm ki vatanımın coğrafyasıdır
Her kırışığı sorulacak bir hesabı
Her çizgisi tarihten bir yaprağı anlatır.
Bütün bunların üstüne
Hepsinin üstüne sevda sözleri söylemeliyim
Vatanım milletim tüm insanlar kardeşlerim
Sonra sen gelmelisin dilimin ucuna adın gelmeli
Adın kurtuluştur ama söylememeliyim
Can kuşum, umudum, canım sevgilim.