C
cendere
Ziyaretçi
Biraz uzun ama okuduğunuza değecek bir yazı..
İhsan Eliaçık
Gerçi bu konularda daha önce defalarca yazdım; “Çokeşlilik”, “Kur’an kadınları dövün diyor mu?”, “İslam’da cariye var mı?”, “Kadın erkeğin kaburga kemiğinden mi yaratıldı?” başlıklı makalelerimize bakılabilir. Burada onları güncelleştirerek kısa bir özet sunacağım.
Görüyorsunuz, dönüyor dolaşıyor aynı şeyler yine gündeme geliyor.
Her şeyden önce şunu söyleyeyim: Ben bu tür vak’alara “mahalle duvarları” arkasından bakmıyorum. Çünkü zihnimdeki mahalle duvarlarını çoktan yıktım. Dolayısıyla olaya “İşte gördünüz, bunlar böyle; vurun abalıya!” veya “Bana sağcılar cinayet işliyor dedirtemezseniz!” mantığı ile yaklaşmamaktayım.
İşin beni ilgilendiren tarafı Türkiye toplumunun din ile yani İslam ile ilişkisinde bir sakatlığın olması… Allah, kitap, peygamber anlayışının cehalet ve hurafelerle ile dolu olması… Sadece sevgi yetmiyor, akıl, idrak ve derin anlayış ta lazım.
***
Bakıyorsunuz, adam kendisinden 50 yaş küçük bir kızla evleniyor, gerekçe hazır;“Peygamberimiz de Hz. Aişe ile 9 yaşında evlenmişti!”
Bakıyorsunuz, adam iki, üç, dört kadınla evleniyor, gerekçe sağlam: “Allah’ın emri/izni var, kime ne?”
Bakıyorsunuz, adam karısını dövüyor, gerekçe kaya gibi: “Kur’an kadınları dövün diyor!”
Bu işin şu mahallesi bu mahallesi kalmadı. Toplum olarak her kesimde bunun benzerlerine rastlayabilirsiniz. Bugün bu mahallede yarın öbüründe pıtrak gibi bitiyor. Sorun, gerekçe olarak gösterilen eski dini kaynaklarla cesurca yüzleşmede, içeriden bir dini aydınlamada fakat ona da kimse yanaşmıyor.
Eh, bu durumda hariçten gazel okuyan birisine şöyle demek kalıyor: “Kardeşim, sizin dininizde bir sorun var galiba…”
Öyle ya iş sonunda gidip Allah, Kitap, Peygambere dayanıyor. Sokaktaki dindar ne yapsın, dinim bu diye biliyor.
Gerçekten öyle mi?
Acaba 9 yaşında kızla evlenmek, çokeşlilik, kadın dövme vs. olaylarının kaynağı, örfü, geleneği filan bıraktık direk Allah, Kitap, Peygamber mi?
Hayır! Kesinlikle hayır!
Müslümanlar Kitaplarını uzun bir süredir terk ettiklerinden yani duvarlara astıklarından, cenaze ritüeli haline getirdiklerinden, tapınak ayinine çevirdiklerinden, ölülerin arkasına okuyup durduklarından, ezber ve hafızlık yarışına girdiklerinden, en güzel hatlarla yazmakla meşgül olduklarından ve abdestsiz dokunamadıklarından dolayı içinde neler yazdığı ile ilgilenmiyorlar…
Eh, hal böyle olunca, ağlamak vaktidir bu an; çekin ceremesini!
***
Yukarıdaki üç konuda başı sıkışanın Allah, Kitap, Peygamber mazaretleri ileri sürüp onları gerekçe göstermeleri de işin cabası…
Oysa ne Peygamberimiz Hz. Aişe ile 9 yaşında evlenmiştir. Ne Allah çokeşliliği emretmiş veya ruhsat vermiştir. Ne de Kur’an kadınları dövün demektedir!
Bu konuda kanaatimce “İslam hukukunda birden fazla kadınla evliliğe şartlı izin vardır” diyen Diyanet bile yanlış yoldadır.
Bu nedenle yazıyı üç konuyla sınırlı tutuyor ve bunların dine dayandırılamayacağını söylüyorum: küçük yaştaki kızla evlilik, çokeşlilik ve kadın dövme…
1- SÜBYAN İLE EVLİLİK: Peygamberimiz Hz. Aişe ile 18-19 yaşında evlenmiştir. Daha sübyan (akil baliğ olmamış çocuk) bir kız ile evlenme diye bir şey asla söz konusu değil. Çünkü Araplar kızları diri diri toprağa gömen bir toplum olduklarından, yeni doğan kızların yaşlarını tutmazlardı. Kız ancak akil baliğ yaşına ulaşınca yani ay hali görmeye başlayınca adamdan sayılır ve yaşı hesaplanmaya başlanırdı. Bu durumda Hz. Aişe evlendiğinde 9 yaşındaydı demek , “Akil baliğ olalı 9 yıl olmuştu, 9 yıldır ay hali görüyordu” demektir. O devirde ortalama bir kız 12-13 yaşında ay hali görmeye başladığına göre Hz. Aişe 18-19 yaşlarında olmuş olur. Nitekim başka hesaplar da tamı tamına bunu uyuyor. Hz. Aişe Peygamberimizle 9 yıl evli kalmıştı ve Peygamberimiz öldüğünde 28 yaşındaydı. Buradan da 18-19 yaşında olduğu ortaya çıkar. Öte yandan zaten Hz. Aişe daha önce nişanlıydı, bu nişan bozulup Peygamberimizle evlenmişti.
Yani Hz. Aişe’nin evliliğinde bir peygambere yakışmayacak, içinde yaşadığı toplum vicdanınca infialle karşılanacak bir durum yoktu. İnsanlığın öteden beri tanıyıp bildiği (ma’ruf) adetlere göre bir evlilikti.
Dolayısıyla vatandaşın 14 yaşındaki kızının evlendirilmesine önce karşı çıkıp sonra “Peygamberimizin de Hz. Aişe ile 9 yaşında evlendiği söylenince ikna oldum” demesi, Peygamberimizin neyin gerekçesi haline getirildiğini görmek bakımından korkunç bir durumdur.
2- ÇOKEŞLİLİK: Konuyla ilgili ayet şöyle:
“Öksüzlere haksızlık yapmaktan korkuyorsanız hoşlandığınız kadınlardan dörder, üçer ikişer evlenin; eğer haksızlık yapmaktan korkuyorsanız tek, ya da sahibi olduğunuz esir kadınlardan birisi ile evlenin. Bu, ilâve yapıp durmamanız bakımından daha hayırlıdır.” (Nisa; 4/3)
Ayette rakamlar bulunduğu için matematik mantığı açsından dizilişin Türkçe’ye aktarırken bu şekilde olması gerekir. Nitekim az sonra geleceği gibi ayetin iniş sebebi de bunu gerektirmektedir.
Sahabe bu ayeti şöyle anlamıştır: “Cenab-ı Hakk çok eşli olmamızın haksızlıklara yol açmasından rahatsız, azaltmamızı, hatta teke kadar indirmemizi istiyor….”
Bunun böyle olduğunu anlamak için “nuzül ortamına” yani arka plana gidelim ve ortamı biraz tasvir edelim:
***
Kuran'ın hitap çevresi, daha çok ekvator kuşağı ikliminde görüldüğü gibi “poligaminin” (çokeşlilik) yaygın olduğu bir toplumdu. Kadınların durumu çok kötüydü. Alınıp satılıyorlar, bırakın mirastan pay almayı kendilerine mirasçı olunuyordu. Boşanmış bir kadının üzerine paltosunu (gömleğini, entarisini, şalvarını) atan erkek onu "kapatmış" sayıyordu. Bırakın şahitliği, evlenirken de boşanırken de onlara bir şey sormak zül addediliyordu. Onlarla evlenmenin ve boşanmanın sınırı yoktu.
Mekkedeki 7-8 büyük tefeci bezirgan (Kâbe çetesi) şehrin kaderine el koymuştu. Kâbe'nin arka sokaklarında lüks genelevleri işletiyorlardı. Gariban Mekkelilere faizle borç veriyorlar, ödeyemeyenin karısına kızına el koyuyorlardı. Onları açtıkları gayet lüks döşenmiş fuhuşhanelerde Yemen'den, Habeş'ten, Mısır'dan, İran'dan vs. gelen zengin tüccarlara sunuyorlardı. Kimi Mekkeliler de ileride bunların eline düşmesin diye çocuğu kız olunca diri diri toprağa gömüyordu. Bu şekilde Mekke'de insanlık dışı, vahşi bir düzen/iktidar (Yeda Ebu Lehep) vardı ve büyük bir dram yaşanıyordu.
Mekke'nin sokaklarında “Ebu Lehep'in iki eli kurusun” (Kahrolsun Ebu Lehep iktidarı, kahrolsun!) sesleri yankılanmaya başlayınca, “Bu kız çocukları hangi suçundan dolayı öldürüldü?” diye bir soru ortaya atılınca, bu dramı yaşayanlar, bu düzenin mağdurları bir anda bu sese doğru koştular. Bu sesi yükselten Hz. Muhammed'in (s. a.v) etrafını sardılar. Kılıçlarını çekip arkasında saf bağladılar. Etrafında toplananların daha çok gençler, kabilesizler, yolu kesilmişler (ibnu's-sebil), tefeci bezirgânlara borçlandırılmışlar, köleler, kadınlar, kızlar vs. olması bu nedenle gayet anlaşılabilirdir.
Aynı düzenin bir benzeri Medine'de de vardı. Münafıkların başı İbni Selül'ün bir cariye pazarı vardı. Buradan kazandıkları paralarla müşriklere malî destek sağlamaktaydı. Medine'ye gelen yoksul muhacirler bir ara buna özenince şiddetle eleştirildiler. Öyle ki kadınları fuhşa zorlayanlar hem sert bir şekilde eleştirildi hem de fuhuş mağdurlarına sahip çıkıldı. Evet, yanlış duymadınız, Kuran istemediği halde zorla fuhşa zorlanan, Mekke ve Medine'nin bugünkü tabirle "fuhuş mafyasının" elinde kıvranan kadınlara bile sahip çıktı!
"Dünya hayatının geçici zenginliğini kazanacaksınız diye, sakın namusuyla yaşamak istediği halde elinize düşmüş esir kadınları fuhuş yapmaya zorlamayın. Her kim onları fuhuş yapmaya zorlarsa Allah, kendilerine zorla yaptırılan bu işten dolayı onları bağışlayacak, sevgi ve merhametine alacaktır; bundan hiç şüpheniz olmasın" (Nur; 24/33).
Rivayete göre bu ayet, eline düşen esir kadınları fuhuş sektöründe çalıştırarak para kazanan İbni Selül'ün "köle ve cariye" pazarını kapattırmak için nazil olmuştu. (Razi, İbni Kesir, Kurtubi).
***
Kadınların son derece kötü durumlarını düzeltmek için işe buralardan giren Kuran, evlenme, boşanma, miras vs. konularında da büyük reformlar yaptı. Doğrusu Kur’an ayetlerinin inişi sona erdiğinde, yani yirmi üç yılın sonunda bu işten tabiri caizse en kârlı çıkan kadınlardan başkası değildi. Çünkü Kuran'daki bütün kadınla ilgili ayetler onlara ya bir hak veriyor, ya da koruma ve kollama amaçlı hükümler ihtiva ediyordu.
İşte çokeşlilik ayetini de bu arka plan ışığında düşünmek lâzımdır.
***
Olayı iyi anlamak için ilk muhataplarının bu ayetten sonra ne yaptıklarına bakalım.
Bütün rivayetler bu ayetten sonra sahabe arasında evlenme olaylarının ikişer, üçer, dörder “arttığını” değil tam tersi “azaldığını” göstermektedir. (Kurtubi, İbn Kesir, Razi).
Bu ayetten sonra neden çokeşlilik olaylarında değil de, giderek dörder, üçer, ikişer, boşanmalarda artış olmuştur? Çünkü sahabe bunu çokeşliliğe teşvik olarak anlamamıştır. Bilakis az önce geçtiği gibi zaten çoğu çokeşliydi. Yani çokeşli olmaktan çekinen yoktu ki üstüne üstlük bunu teşvik için ayet gelsin. Zaten öyleydi çoğu…
Tam tersi “Cenab-ı Hak bu kadar çokeşli olmamızı istemiyor, az eşli olmamızı, hatta teke kadar indirmemizi; bizim için hayırlı olanın bu olduğunu söylüyor” diye anlamışlar ve dörder, üçer, ikişer, bire kadar… azaltmak suretiyle evliklerini sürdürmüşlerdir.
Bunu “dörde kadar” izin olarak anlayan da olmuştur. Kanaatimce burada ruhsat (izin) verilmiyor, bire kadar indirin deniyor. Emir veya ruhsat yok bire kadar indirme tavsiyesi var.
Demek ki ayetin sevk yönü, çokeşliliği teşvik değil; çokeşlilikten sakındırma, en azından dörde, üçe, ikiye hatta sonuçta “teke” indirme yönündedir. Yani genellikle tekeşli evliliklerin olduğu bir toplumda giderek ikiye, üçe, dörde kadar çoğalma değil; zaten çokeşliliğin yaygın olduğu bir toplumda giderek dörde, üçe, ikiye hatta bire kadar azaltma amaçlanmaktadır…
Ayetin sonundaki [zalike edna taulu] ifadesinin çoğu meallerde geçtiği gibi "Arzularınızın çoğalıp taşmaması (azmamanız) için bu daha uygundur" değil; "Eşlerinizi çoğaltıp artırarak haksızlıklara yol açmamanız için bu daha uygundur" şeklinde okumak bu nedenle bağlama uygun düşmektedir.
Öyle anlaşılıyor ki ayetin sonunda geçen [taulu] ifadesi taşmak, azmak (u'luv) anlamında değil; ek, katkı, ilâve, artma, çoğalma (ı'lave) anlamımda kullanılmaktadır (Şafi). Yani yeni eş ekleme, ilâve yapma, bu konudaki çoğalma kastedilmektedir.
Razi'nin naklettiği İkrime'den gelen rivayete göre bu ayetin iniş sebebinin şuydu;
Çokeşliler (ki sahabenin çoğu), eşlerini geçindirmek için yanındaki yetimin malını harcayabileceğini düşünmeye başlamıştı. Çokeşli olunca bu kadar kadını geçindirebilmek sorun olmaya başlamıştı. Eşlerini geçindirebilmek için yanlarındaki yetimlerin mallarına el uzatmaya başladılar. Bir taraftan da acaba haksızlık mı yapıyoruz diye endişeleniyorlardı. Bunun üzerine "Eğer yetimin hakkını yemekten korkmak diye bir endişeniz varsa, eşlerinize harcamak için yetimin malına el uzatmayı bırakın, hoşlanarak evlendiğiniz kadınların sayısını azaltın, hatta bire indirin, evlilikleri böyle yapın" denmek istendi. Ayetin “Yetimlerin malına el uzatmayın” diye başlaması bundandır… (Razi; Nisa;3 tefsirinde).
***
Görüldüğü gibi Kuran'ın bu ayetini “çokeşliliğe ruhsat” hatta “teşvik” olarak anlayanlar yanılıyorlar. Burada ruhsat verildiği filan yoktur. Çünkü konu erkeklerin tekeşle yetinememe sorununu çözmeye yönelik değildir. Zaten böyle bir sorun da yoktur. Ayetin ilk muhatapları zaten bol bol evlenmişlerdi. Bu ayet indiğinde zaten sahabelerin çoğu çokeşliydi.
Yani ortada dullar ve yetimler kalmış da, bunları ne yapacağız diye sahabe kara kara düşünmüş de, ayet imdatlarına yetişerek onlara çokeşlilik yolunu açmış değildir. Bunlar zaten yapılmıştır. Ortada kalan dullar ve yetimlerle zaten evlenilmiştir. “Arap” bunu zaten yapmaktadır. Ayet bunlar yapıldıktan sonra geliyor ve bunların yarattığı sorunları çözmeye yöneliyor.
Demek ki üzerinde titrenen, erkeklerin “tekeşle nasıl yetinecekleri” sorunu değil; kadınların, öksüzlerin, yetimlerin, kimsesizlerin, ezilenlerin, mağdurların sorunlarının nasıl çözüleceğidir. Yani hak ve adalet sorunudur. Kur’an bunu gördüğü an âdeta otomatikman harekete geçen virüs programı gibi çalışıyor ve her şeyde ısrarla bunu arıyor. Kuran'ın bu ruhunu anlamayanlar, tabiî ki ellerini sıvazlayarak çokeşliliğe “ruhsat” yorumları yapacaklardır.
Şu halde çokeşlilik ne Allah'ın bir emri, ne de verdiği bir ruhsattır. Ruhsat sıkışana verilir. Buradaki sıkışma tekeşle yetinemiyor olmalarından kaynaklanan bir “erkek sıkışması” değildi. Bilakis mallarının çokeşli olanlarca yenmesinden kaynaklanan bir “yetim sıkışması” idi.
Allah erkeklerin “uçkuru” için ayet indirmedi, yetimlerin “hakkı” için ayet indirdi!
“Sen ne söylersen söyle, sizin Peygamberiniz 11 karılı değil mi kardeşim. Sokaktaki adam buna bakar. Bunun bire indirilmesi kıyamete kadar sağlanamaz, boşuna nefes tüketiyorsun!” diyenlere söyleyeceğim ise şudur: Peygamberimizin 11 eşli olması dinden değildir. Nitekim onun evliliklerine de sınır getirilmiş, onları boşamak, değiştirmek, yenileri ile evlenmek yasaklanmıştır (Ahzap; 52). Yani sınırlandırma, aza indirme, burada da var. Hatta onda daha fazlası var; boşayamıyor, değiştiremiyor, ölünceye kadar onlarla yetinmek zorunda…
Sınırlandırma ve teke varıncaya kadar azaltarak evlenme Kur’an ayetleri ile sabit olduğu için, bize örnek olacak olan Kur’an’ın o dönemdeki muhataplarının çokeşlilik yapmış olmaları değil; bugün çokeşli isek teke varıncaya kadar azaltmadır; dinden olan budur. Yani çokeşlilik ayetinin (Nisa:3) muhatabı bugün tekeşliler değil; hala varsa çokeşlilerdir…
3- KADIN DÖVME: Sokaktaki adamın karısını dövdükten sonra pişkin pişkin ileri sürdüğü gerekçelerden birisi de “Allah dövün demiş, sana ne?” mazaretidir.
Hayır! Allah dövün demiyor.
Hatim indirmeye, ölülerin araksından okumaya kısa bir ara ver de, Kur’an’ı iyi oku;
“Şiddetli geçimsizlik yaşadığınız eşlerinizle önce oturup konuşun, olmazsa yataklarında yalnız bırakın, yine olmazsa bir müddet ayrılın. Barışıp anlaşırsa hala işi yokuşa sürüp bahaneler aramayın. Yücelik ve büyüklük Allah'a mahsustur; bundan hiç şüpheniz olmasın… Eğer eşlerin arasının iyice açılıp işin boşanmaya doğru gittiğini görürseniz tarafların ailelerinden birer hakem çağırın. Niyetleri gerçekten barışmaksa Allah niyetlerini boşa çıkarmaz. Allah her şeyi biliyor, her şeyi duyuyor; bundan hiç şüpheniz olmasın…” (Nisa; 4/34-35).
Şu halde “Kadınları dövün” ayeti olarak meşhur olan bu ayet, "İkişer, üçer, dörder…" ayetinin evliliklerin giderek çoğaltılmasını değil; giderek azaltılmasını amaçlaması gibi, kadın dövme olaylarının terk edilmesini amaçlamaktadır…
Hz. Peygamberin “Bütün gece, Muhammed ailesinin etrafında her biri kocasından şikâyet eden yetmiş kadın dönüp dolaştı. Hâlbuki sizler, o kadınlarını dövenlerin hayırlılarınız olduğunu göremezsiniz.” (İbni Mace, Ebu Davud) hadisinden de anlaşılacağı gibi, o dönemde de kadınlar dövülmektedir. Artan şikâyetler üzerine inen ayetlerde, dayak başta olmak üzere şiddeti yegâne çözüm yolu görenler bu işten vazgeçirilmeye çalışılmaktadır.
Zaten kadınlarını dövmekte olan, bu yüzden de koşup peygambere gelen ve bütün gece onun evinin etrafında şikâyetlenen "mağdur" kadınlar için, bir de gelen ayetlerde "Onları dövün, dövmeye devam edin" denir mi? Olacak şey midir? Bu, Kuran'ın daima mağduru koruyup kollayan ruhu ile bağdaşıyor mu?
Burada oturup konuşmadan, bir müddet yatağını veya odasını ayırma gibi gayet insanî yöntemlere başvurmadan, tek bildiği "Karnından sıpayı başından sopayı eksik etmeyeceksin" olduğu anlaşılan o günkü Arap toplumunu ıslahın amaçlandığı apaçık ortadadır.
Bu ayetten sonra ne gibi gelişmelerin olduğuna baktığımızda, bizzat Hz. Peygamber'in ömrü boyunca evli olduğu hanımlara tek bir kez bile el kaldırdığını göremiyoruz. Bir ara hanımlarıyla sorun yaşayınca önce onlarla konuşmuş, sonra yatağını ayırmış ve bir müddet (iki ay kadar) onlardan ayrılmıştır. Sonra anlaşma sağlanınca tekrar dönmüştür. Ayete verdiğimiz meal onun bu uygulamasına da dayanmaktadır.
Şu halde tıpkı evlenme, içki, zina ayetlerinin aşama aşama ve belirlenmiş bir hedefe doğru gitmesi gibi, şiddetli geçimsizlik yaşayan ailelerin nasıl tekrar anlaşacağını düzenleyen bu ayet de, “kadınlarını döven” her hangi bir topluma beş aşamalı çözüm planı ile harika bir yol gösteriliyor ve denmek isteniyor ki:
1-Önce konuşun, anlaşın… 2- Olmazsa ev içinde yatakları/odaları ayırın… 3- O da olmazsa bir müddet evden ayrı kalın (ön ayrılık)… 4- O da olmazsa aile büyüklerinden hakemler çağırın… 5- O da olmazsa yani bütün iç yollar tükenmişse o zaman boşanın (talak)…
Alın bu yol göstermeyi dünyanın bütün ülkelerine göğsünüzü gere gere götürün.
İnsanlığın kitabı budur, ey dindar kardeşim!
Kanaatimce Kur’an yirmi üç yılda nazil olmasına rağmen, en fazla yüz yıla yayılan bir dönüşüm öngörüyordu. Bütün bu reformların yüz yıl içinde bitirilmesi ve insanlıkta devasa bir sıçrama yapılması gerekiyordu.Müslümanlar öncülüğünde ve Kur’an’ın devrimci hamleleleri ışığında büyük bir insanlık sıçraması planlanmıştı. Fakat Peygamberimizin ölümünden hemen sonra iç savaşlar başladı, İslam alemi bu savaş ve çekişmelerle ve de Bizans ile Sasani gelenek ve göreneklerine kendilerine kaptırarak bu hamleyi içeriden akamete uğrattılar. Rüzgar kısa sürede kesildi. Kur’an’ın insanlık rüyası gerçekleşemedi, yarım kaldı. Bu rüyanın peşine düşecek yeniden inşacılara bu nedenle şiddetle ihtiyaç var…
İhsan Eliaçık
Gerçi bu konularda daha önce defalarca yazdım; “Çokeşlilik”, “Kur’an kadınları dövün diyor mu?”, “İslam’da cariye var mı?”, “Kadın erkeğin kaburga kemiğinden mi yaratıldı?” başlıklı makalelerimize bakılabilir. Burada onları güncelleştirerek kısa bir özet sunacağım.
Görüyorsunuz, dönüyor dolaşıyor aynı şeyler yine gündeme geliyor.
Her şeyden önce şunu söyleyeyim: Ben bu tür vak’alara “mahalle duvarları” arkasından bakmıyorum. Çünkü zihnimdeki mahalle duvarlarını çoktan yıktım. Dolayısıyla olaya “İşte gördünüz, bunlar böyle; vurun abalıya!” veya “Bana sağcılar cinayet işliyor dedirtemezseniz!” mantığı ile yaklaşmamaktayım.
İşin beni ilgilendiren tarafı Türkiye toplumunun din ile yani İslam ile ilişkisinde bir sakatlığın olması… Allah, kitap, peygamber anlayışının cehalet ve hurafelerle ile dolu olması… Sadece sevgi yetmiyor, akıl, idrak ve derin anlayış ta lazım.
***
Bakıyorsunuz, adam kendisinden 50 yaş küçük bir kızla evleniyor, gerekçe hazır;“Peygamberimiz de Hz. Aişe ile 9 yaşında evlenmişti!”
Bakıyorsunuz, adam iki, üç, dört kadınla evleniyor, gerekçe sağlam: “Allah’ın emri/izni var, kime ne?”
Bakıyorsunuz, adam karısını dövüyor, gerekçe kaya gibi: “Kur’an kadınları dövün diyor!”
Bu işin şu mahallesi bu mahallesi kalmadı. Toplum olarak her kesimde bunun benzerlerine rastlayabilirsiniz. Bugün bu mahallede yarın öbüründe pıtrak gibi bitiyor. Sorun, gerekçe olarak gösterilen eski dini kaynaklarla cesurca yüzleşmede, içeriden bir dini aydınlamada fakat ona da kimse yanaşmıyor.
Eh, bu durumda hariçten gazel okuyan birisine şöyle demek kalıyor: “Kardeşim, sizin dininizde bir sorun var galiba…”
Öyle ya iş sonunda gidip Allah, Kitap, Peygambere dayanıyor. Sokaktaki dindar ne yapsın, dinim bu diye biliyor.
Gerçekten öyle mi?
Acaba 9 yaşında kızla evlenmek, çokeşlilik, kadın dövme vs. olaylarının kaynağı, örfü, geleneği filan bıraktık direk Allah, Kitap, Peygamber mi?
Hayır! Kesinlikle hayır!
Müslümanlar Kitaplarını uzun bir süredir terk ettiklerinden yani duvarlara astıklarından, cenaze ritüeli haline getirdiklerinden, tapınak ayinine çevirdiklerinden, ölülerin arkasına okuyup durduklarından, ezber ve hafızlık yarışına girdiklerinden, en güzel hatlarla yazmakla meşgül olduklarından ve abdestsiz dokunamadıklarından dolayı içinde neler yazdığı ile ilgilenmiyorlar…
Eh, hal böyle olunca, ağlamak vaktidir bu an; çekin ceremesini!
***
Yukarıdaki üç konuda başı sıkışanın Allah, Kitap, Peygamber mazaretleri ileri sürüp onları gerekçe göstermeleri de işin cabası…
Oysa ne Peygamberimiz Hz. Aişe ile 9 yaşında evlenmiştir. Ne Allah çokeşliliği emretmiş veya ruhsat vermiştir. Ne de Kur’an kadınları dövün demektedir!
Bu konuda kanaatimce “İslam hukukunda birden fazla kadınla evliliğe şartlı izin vardır” diyen Diyanet bile yanlış yoldadır.
Bu nedenle yazıyı üç konuyla sınırlı tutuyor ve bunların dine dayandırılamayacağını söylüyorum: küçük yaştaki kızla evlilik, çokeşlilik ve kadın dövme…
1- SÜBYAN İLE EVLİLİK: Peygamberimiz Hz. Aişe ile 18-19 yaşında evlenmiştir. Daha sübyan (akil baliğ olmamış çocuk) bir kız ile evlenme diye bir şey asla söz konusu değil. Çünkü Araplar kızları diri diri toprağa gömen bir toplum olduklarından, yeni doğan kızların yaşlarını tutmazlardı. Kız ancak akil baliğ yaşına ulaşınca yani ay hali görmeye başlayınca adamdan sayılır ve yaşı hesaplanmaya başlanırdı. Bu durumda Hz. Aişe evlendiğinde 9 yaşındaydı demek , “Akil baliğ olalı 9 yıl olmuştu, 9 yıldır ay hali görüyordu” demektir. O devirde ortalama bir kız 12-13 yaşında ay hali görmeye başladığına göre Hz. Aişe 18-19 yaşlarında olmuş olur. Nitekim başka hesaplar da tamı tamına bunu uyuyor. Hz. Aişe Peygamberimizle 9 yıl evli kalmıştı ve Peygamberimiz öldüğünde 28 yaşındaydı. Buradan da 18-19 yaşında olduğu ortaya çıkar. Öte yandan zaten Hz. Aişe daha önce nişanlıydı, bu nişan bozulup Peygamberimizle evlenmişti.
Yani Hz. Aişe’nin evliliğinde bir peygambere yakışmayacak, içinde yaşadığı toplum vicdanınca infialle karşılanacak bir durum yoktu. İnsanlığın öteden beri tanıyıp bildiği (ma’ruf) adetlere göre bir evlilikti.
Dolayısıyla vatandaşın 14 yaşındaki kızının evlendirilmesine önce karşı çıkıp sonra “Peygamberimizin de Hz. Aişe ile 9 yaşında evlendiği söylenince ikna oldum” demesi, Peygamberimizin neyin gerekçesi haline getirildiğini görmek bakımından korkunç bir durumdur.
2- ÇOKEŞLİLİK: Konuyla ilgili ayet şöyle:
“Öksüzlere haksızlık yapmaktan korkuyorsanız hoşlandığınız kadınlardan dörder, üçer ikişer evlenin; eğer haksızlık yapmaktan korkuyorsanız tek, ya da sahibi olduğunuz esir kadınlardan birisi ile evlenin. Bu, ilâve yapıp durmamanız bakımından daha hayırlıdır.” (Nisa; 4/3)
Ayette rakamlar bulunduğu için matematik mantığı açsından dizilişin Türkçe’ye aktarırken bu şekilde olması gerekir. Nitekim az sonra geleceği gibi ayetin iniş sebebi de bunu gerektirmektedir.
Sahabe bu ayeti şöyle anlamıştır: “Cenab-ı Hakk çok eşli olmamızın haksızlıklara yol açmasından rahatsız, azaltmamızı, hatta teke kadar indirmemizi istiyor….”
Bunun böyle olduğunu anlamak için “nuzül ortamına” yani arka plana gidelim ve ortamı biraz tasvir edelim:
***
Kuran'ın hitap çevresi, daha çok ekvator kuşağı ikliminde görüldüğü gibi “poligaminin” (çokeşlilik) yaygın olduğu bir toplumdu. Kadınların durumu çok kötüydü. Alınıp satılıyorlar, bırakın mirastan pay almayı kendilerine mirasçı olunuyordu. Boşanmış bir kadının üzerine paltosunu (gömleğini, entarisini, şalvarını) atan erkek onu "kapatmış" sayıyordu. Bırakın şahitliği, evlenirken de boşanırken de onlara bir şey sormak zül addediliyordu. Onlarla evlenmenin ve boşanmanın sınırı yoktu.
Mekkedeki 7-8 büyük tefeci bezirgan (Kâbe çetesi) şehrin kaderine el koymuştu. Kâbe'nin arka sokaklarında lüks genelevleri işletiyorlardı. Gariban Mekkelilere faizle borç veriyorlar, ödeyemeyenin karısına kızına el koyuyorlardı. Onları açtıkları gayet lüks döşenmiş fuhuşhanelerde Yemen'den, Habeş'ten, Mısır'dan, İran'dan vs. gelen zengin tüccarlara sunuyorlardı. Kimi Mekkeliler de ileride bunların eline düşmesin diye çocuğu kız olunca diri diri toprağa gömüyordu. Bu şekilde Mekke'de insanlık dışı, vahşi bir düzen/iktidar (Yeda Ebu Lehep) vardı ve büyük bir dram yaşanıyordu.
Mekke'nin sokaklarında “Ebu Lehep'in iki eli kurusun” (Kahrolsun Ebu Lehep iktidarı, kahrolsun!) sesleri yankılanmaya başlayınca, “Bu kız çocukları hangi suçundan dolayı öldürüldü?” diye bir soru ortaya atılınca, bu dramı yaşayanlar, bu düzenin mağdurları bir anda bu sese doğru koştular. Bu sesi yükselten Hz. Muhammed'in (s. a.v) etrafını sardılar. Kılıçlarını çekip arkasında saf bağladılar. Etrafında toplananların daha çok gençler, kabilesizler, yolu kesilmişler (ibnu's-sebil), tefeci bezirgânlara borçlandırılmışlar, köleler, kadınlar, kızlar vs. olması bu nedenle gayet anlaşılabilirdir.
Aynı düzenin bir benzeri Medine'de de vardı. Münafıkların başı İbni Selül'ün bir cariye pazarı vardı. Buradan kazandıkları paralarla müşriklere malî destek sağlamaktaydı. Medine'ye gelen yoksul muhacirler bir ara buna özenince şiddetle eleştirildiler. Öyle ki kadınları fuhşa zorlayanlar hem sert bir şekilde eleştirildi hem de fuhuş mağdurlarına sahip çıkıldı. Evet, yanlış duymadınız, Kuran istemediği halde zorla fuhşa zorlanan, Mekke ve Medine'nin bugünkü tabirle "fuhuş mafyasının" elinde kıvranan kadınlara bile sahip çıktı!
"Dünya hayatının geçici zenginliğini kazanacaksınız diye, sakın namusuyla yaşamak istediği halde elinize düşmüş esir kadınları fuhuş yapmaya zorlamayın. Her kim onları fuhuş yapmaya zorlarsa Allah, kendilerine zorla yaptırılan bu işten dolayı onları bağışlayacak, sevgi ve merhametine alacaktır; bundan hiç şüpheniz olmasın" (Nur; 24/33).
Rivayete göre bu ayet, eline düşen esir kadınları fuhuş sektöründe çalıştırarak para kazanan İbni Selül'ün "köle ve cariye" pazarını kapattırmak için nazil olmuştu. (Razi, İbni Kesir, Kurtubi).
***
Kadınların son derece kötü durumlarını düzeltmek için işe buralardan giren Kuran, evlenme, boşanma, miras vs. konularında da büyük reformlar yaptı. Doğrusu Kur’an ayetlerinin inişi sona erdiğinde, yani yirmi üç yılın sonunda bu işten tabiri caizse en kârlı çıkan kadınlardan başkası değildi. Çünkü Kuran'daki bütün kadınla ilgili ayetler onlara ya bir hak veriyor, ya da koruma ve kollama amaçlı hükümler ihtiva ediyordu.
İşte çokeşlilik ayetini de bu arka plan ışığında düşünmek lâzımdır.
***
Olayı iyi anlamak için ilk muhataplarının bu ayetten sonra ne yaptıklarına bakalım.
Bütün rivayetler bu ayetten sonra sahabe arasında evlenme olaylarının ikişer, üçer, dörder “arttığını” değil tam tersi “azaldığını” göstermektedir. (Kurtubi, İbn Kesir, Razi).
Bu ayetten sonra neden çokeşlilik olaylarında değil de, giderek dörder, üçer, ikişer, boşanmalarda artış olmuştur? Çünkü sahabe bunu çokeşliliğe teşvik olarak anlamamıştır. Bilakis az önce geçtiği gibi zaten çoğu çokeşliydi. Yani çokeşli olmaktan çekinen yoktu ki üstüne üstlük bunu teşvik için ayet gelsin. Zaten öyleydi çoğu…
Tam tersi “Cenab-ı Hak bu kadar çokeşli olmamızı istemiyor, az eşli olmamızı, hatta teke kadar indirmemizi; bizim için hayırlı olanın bu olduğunu söylüyor” diye anlamışlar ve dörder, üçer, ikişer, bire kadar… azaltmak suretiyle evliklerini sürdürmüşlerdir.
Bunu “dörde kadar” izin olarak anlayan da olmuştur. Kanaatimce burada ruhsat (izin) verilmiyor, bire kadar indirin deniyor. Emir veya ruhsat yok bire kadar indirme tavsiyesi var.
Demek ki ayetin sevk yönü, çokeşliliği teşvik değil; çokeşlilikten sakındırma, en azından dörde, üçe, ikiye hatta sonuçta “teke” indirme yönündedir. Yani genellikle tekeşli evliliklerin olduğu bir toplumda giderek ikiye, üçe, dörde kadar çoğalma değil; zaten çokeşliliğin yaygın olduğu bir toplumda giderek dörde, üçe, ikiye hatta bire kadar azaltma amaçlanmaktadır…
Ayetin sonundaki [zalike edna taulu] ifadesinin çoğu meallerde geçtiği gibi "Arzularınızın çoğalıp taşmaması (azmamanız) için bu daha uygundur" değil; "Eşlerinizi çoğaltıp artırarak haksızlıklara yol açmamanız için bu daha uygundur" şeklinde okumak bu nedenle bağlama uygun düşmektedir.
Öyle anlaşılıyor ki ayetin sonunda geçen [taulu] ifadesi taşmak, azmak (u'luv) anlamında değil; ek, katkı, ilâve, artma, çoğalma (ı'lave) anlamımda kullanılmaktadır (Şafi). Yani yeni eş ekleme, ilâve yapma, bu konudaki çoğalma kastedilmektedir.
Razi'nin naklettiği İkrime'den gelen rivayete göre bu ayetin iniş sebebinin şuydu;
Çokeşliler (ki sahabenin çoğu), eşlerini geçindirmek için yanındaki yetimin malını harcayabileceğini düşünmeye başlamıştı. Çokeşli olunca bu kadar kadını geçindirebilmek sorun olmaya başlamıştı. Eşlerini geçindirebilmek için yanlarındaki yetimlerin mallarına el uzatmaya başladılar. Bir taraftan da acaba haksızlık mı yapıyoruz diye endişeleniyorlardı. Bunun üzerine "Eğer yetimin hakkını yemekten korkmak diye bir endişeniz varsa, eşlerinize harcamak için yetimin malına el uzatmayı bırakın, hoşlanarak evlendiğiniz kadınların sayısını azaltın, hatta bire indirin, evlilikleri böyle yapın" denmek istendi. Ayetin “Yetimlerin malına el uzatmayın” diye başlaması bundandır… (Razi; Nisa;3 tefsirinde).
***
Görüldüğü gibi Kuran'ın bu ayetini “çokeşliliğe ruhsat” hatta “teşvik” olarak anlayanlar yanılıyorlar. Burada ruhsat verildiği filan yoktur. Çünkü konu erkeklerin tekeşle yetinememe sorununu çözmeye yönelik değildir. Zaten böyle bir sorun da yoktur. Ayetin ilk muhatapları zaten bol bol evlenmişlerdi. Bu ayet indiğinde zaten sahabelerin çoğu çokeşliydi.
Yani ortada dullar ve yetimler kalmış da, bunları ne yapacağız diye sahabe kara kara düşünmüş de, ayet imdatlarına yetişerek onlara çokeşlilik yolunu açmış değildir. Bunlar zaten yapılmıştır. Ortada kalan dullar ve yetimlerle zaten evlenilmiştir. “Arap” bunu zaten yapmaktadır. Ayet bunlar yapıldıktan sonra geliyor ve bunların yarattığı sorunları çözmeye yöneliyor.
Demek ki üzerinde titrenen, erkeklerin “tekeşle nasıl yetinecekleri” sorunu değil; kadınların, öksüzlerin, yetimlerin, kimsesizlerin, ezilenlerin, mağdurların sorunlarının nasıl çözüleceğidir. Yani hak ve adalet sorunudur. Kur’an bunu gördüğü an âdeta otomatikman harekete geçen virüs programı gibi çalışıyor ve her şeyde ısrarla bunu arıyor. Kuran'ın bu ruhunu anlamayanlar, tabiî ki ellerini sıvazlayarak çokeşliliğe “ruhsat” yorumları yapacaklardır.
Şu halde çokeşlilik ne Allah'ın bir emri, ne de verdiği bir ruhsattır. Ruhsat sıkışana verilir. Buradaki sıkışma tekeşle yetinemiyor olmalarından kaynaklanan bir “erkek sıkışması” değildi. Bilakis mallarının çokeşli olanlarca yenmesinden kaynaklanan bir “yetim sıkışması” idi.
Allah erkeklerin “uçkuru” için ayet indirmedi, yetimlerin “hakkı” için ayet indirdi!
“Sen ne söylersen söyle, sizin Peygamberiniz 11 karılı değil mi kardeşim. Sokaktaki adam buna bakar. Bunun bire indirilmesi kıyamete kadar sağlanamaz, boşuna nefes tüketiyorsun!” diyenlere söyleyeceğim ise şudur: Peygamberimizin 11 eşli olması dinden değildir. Nitekim onun evliliklerine de sınır getirilmiş, onları boşamak, değiştirmek, yenileri ile evlenmek yasaklanmıştır (Ahzap; 52). Yani sınırlandırma, aza indirme, burada da var. Hatta onda daha fazlası var; boşayamıyor, değiştiremiyor, ölünceye kadar onlarla yetinmek zorunda…
Sınırlandırma ve teke varıncaya kadar azaltarak evlenme Kur’an ayetleri ile sabit olduğu için, bize örnek olacak olan Kur’an’ın o dönemdeki muhataplarının çokeşlilik yapmış olmaları değil; bugün çokeşli isek teke varıncaya kadar azaltmadır; dinden olan budur. Yani çokeşlilik ayetinin (Nisa:3) muhatabı bugün tekeşliler değil; hala varsa çokeşlilerdir…
3- KADIN DÖVME: Sokaktaki adamın karısını dövdükten sonra pişkin pişkin ileri sürdüğü gerekçelerden birisi de “Allah dövün demiş, sana ne?” mazaretidir.
Hayır! Allah dövün demiyor.
Hatim indirmeye, ölülerin araksından okumaya kısa bir ara ver de, Kur’an’ı iyi oku;
“Şiddetli geçimsizlik yaşadığınız eşlerinizle önce oturup konuşun, olmazsa yataklarında yalnız bırakın, yine olmazsa bir müddet ayrılın. Barışıp anlaşırsa hala işi yokuşa sürüp bahaneler aramayın. Yücelik ve büyüklük Allah'a mahsustur; bundan hiç şüpheniz olmasın… Eğer eşlerin arasının iyice açılıp işin boşanmaya doğru gittiğini görürseniz tarafların ailelerinden birer hakem çağırın. Niyetleri gerçekten barışmaksa Allah niyetlerini boşa çıkarmaz. Allah her şeyi biliyor, her şeyi duyuyor; bundan hiç şüpheniz olmasın…” (Nisa; 4/34-35).
Şu halde “Kadınları dövün” ayeti olarak meşhur olan bu ayet, "İkişer, üçer, dörder…" ayetinin evliliklerin giderek çoğaltılmasını değil; giderek azaltılmasını amaçlaması gibi, kadın dövme olaylarının terk edilmesini amaçlamaktadır…
Hz. Peygamberin “Bütün gece, Muhammed ailesinin etrafında her biri kocasından şikâyet eden yetmiş kadın dönüp dolaştı. Hâlbuki sizler, o kadınlarını dövenlerin hayırlılarınız olduğunu göremezsiniz.” (İbni Mace, Ebu Davud) hadisinden de anlaşılacağı gibi, o dönemde de kadınlar dövülmektedir. Artan şikâyetler üzerine inen ayetlerde, dayak başta olmak üzere şiddeti yegâne çözüm yolu görenler bu işten vazgeçirilmeye çalışılmaktadır.
Zaten kadınlarını dövmekte olan, bu yüzden de koşup peygambere gelen ve bütün gece onun evinin etrafında şikâyetlenen "mağdur" kadınlar için, bir de gelen ayetlerde "Onları dövün, dövmeye devam edin" denir mi? Olacak şey midir? Bu, Kuran'ın daima mağduru koruyup kollayan ruhu ile bağdaşıyor mu?
Burada oturup konuşmadan, bir müddet yatağını veya odasını ayırma gibi gayet insanî yöntemlere başvurmadan, tek bildiği "Karnından sıpayı başından sopayı eksik etmeyeceksin" olduğu anlaşılan o günkü Arap toplumunu ıslahın amaçlandığı apaçık ortadadır.
Bu ayetten sonra ne gibi gelişmelerin olduğuna baktığımızda, bizzat Hz. Peygamber'in ömrü boyunca evli olduğu hanımlara tek bir kez bile el kaldırdığını göremiyoruz. Bir ara hanımlarıyla sorun yaşayınca önce onlarla konuşmuş, sonra yatağını ayırmış ve bir müddet (iki ay kadar) onlardan ayrılmıştır. Sonra anlaşma sağlanınca tekrar dönmüştür. Ayete verdiğimiz meal onun bu uygulamasına da dayanmaktadır.
Şu halde tıpkı evlenme, içki, zina ayetlerinin aşama aşama ve belirlenmiş bir hedefe doğru gitmesi gibi, şiddetli geçimsizlik yaşayan ailelerin nasıl tekrar anlaşacağını düzenleyen bu ayet de, “kadınlarını döven” her hangi bir topluma beş aşamalı çözüm planı ile harika bir yol gösteriliyor ve denmek isteniyor ki:
1-Önce konuşun, anlaşın… 2- Olmazsa ev içinde yatakları/odaları ayırın… 3- O da olmazsa bir müddet evden ayrı kalın (ön ayrılık)… 4- O da olmazsa aile büyüklerinden hakemler çağırın… 5- O da olmazsa yani bütün iç yollar tükenmişse o zaman boşanın (talak)…
Alın bu yol göstermeyi dünyanın bütün ülkelerine göğsünüzü gere gere götürün.
İnsanlığın kitabı budur, ey dindar kardeşim!
Kanaatimce Kur’an yirmi üç yılda nazil olmasına rağmen, en fazla yüz yıla yayılan bir dönüşüm öngörüyordu. Bütün bu reformların yüz yıl içinde bitirilmesi ve insanlıkta devasa bir sıçrama yapılması gerekiyordu.Müslümanlar öncülüğünde ve Kur’an’ın devrimci hamleleleri ışığında büyük bir insanlık sıçraması planlanmıştı. Fakat Peygamberimizin ölümünden hemen sonra iç savaşlar başladı, İslam alemi bu savaş ve çekişmelerle ve de Bizans ile Sasani gelenek ve göreneklerine kendilerine kaptırarak bu hamleyi içeriden akamete uğrattılar. Rüzgar kısa sürede kesildi. Kur’an’ın insanlık rüyası gerçekleşemedi, yarım kaldı. Bu rüyanın peşine düşecek yeniden inşacılara bu nedenle şiddetle ihtiyaç var…