C
cendere
Ziyaretçi
Türkçe Olimpiyatları'ndaki "utandıran"görüntü!
"Dışarıda deli dalgalar, gelir duvarları yalar, beni bu sesler oyalar, aldırma gönül aldırma.." dizelerinin sahibinin Sabahattin Ali olduğunu bilen kişi sayısı herhalde az değildir..
Peki bu şiirin 12 Eylül öncesinde TRT'de yasaklandığını kaç bilir? Cevap: Bilmiyorum!
Devam edelim: Sabahattin Ali bu şiiri nerede yazmıştır?
Cevap: "Dışarıdaki deli dalgaların gelip duvarları yaladığı" Sinop Cezaevi'nde..
"Peki anladık da" peki şair, cezaevine hangi yıl girmiştir?
Cevap: 1932 yılında..
Ama aynı kişinin yazdığı Aldırma Gönül isimli şiir, 2007 ve 2008 yıllarındaki Cumhuriyet mitinglerinde Atatürkçüler, pardon Atatürkçü geçinenler, yine pardon, Atatürkçülükten geçinenler tarafından hançereler yırtılırcasına okunmuştur!
İşte Sabahattin Ali, 40'lı yıllarda "Milli Şef" İsmet İnönü'ye muhalif bir çizgi izleyen Marko Paşa isimli mizah dergisini Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz ile birlikte çıkarıyor ve bu yüzden yine hapse giriyor.
Ali'nin Marko Paşa'daki partneri olan Aziz Nesin'in oğlu Ali Nesin ise, 2008 yılında başörtüsü özgürlüğünü savunduğu için bazı Kemalistler tarafından lince maruz kalıyor.
Ve Ali yine Milli Şef döneminde, 1948'de, faili hâlâ meçhul olan bir cinayete kurban gidiyor.
"Nazım Hikmet meselesi" de bundan farklı değildir.
Şiddete bulaşmadığı halde, sırf düşüncelerinden dolayı 28,5 yıl hapis cezası alan ve 12 yıl, evet tam on iki yıl aralıksız hapis yatan Nazım Hikmet'in cezaevinde kaldığı süreler, ilginçtir ki İsmet İnönü'nün cumhurbaşkanlığı süresiyle bire bir aynıdır.
Yani İnönü'nün cumhurbaşkanı olduğu 1938'den, İnönü'nün cumhurbaşkanlığının sona erdiği yıl olan 1950'ye kadar..
Başka kim var? Milli Mücadele'ye farklı bir perspektiften bakan "Yorgun Savaşçı" isimli romanı Halit Refiğ tarafından çekilen filmi 12 Eylül'de yakılmış olan Kemal Tahir değil mi?
Peki bugün Özdemir İnce gibi, kafası 40'lı yıllara Japon yapıştırıcısı ile yapışmış bulunan kişilerce öve öve bitirilemeyen Köy Enstitüleri'ni "Bozkırdaki Çekirdek" isimli romanı ile "bir güzel haşlayan" Kemal Tahir hapse hiç girdi mi?
Yani çok özür diliyorum, lütfen beni bağışlayınız, bağrıma taş basarak söylüyorum, yazmak istemezdim ama!
Yazayım: Kemal Tahir, yine düşüncelerinden dolayı tıpkı Nazım Hikmet gibi 1938'de hapse girdi ve tam 12 yıl aralıksız hapiste kaldı. ("Hapiste aralıksız kaldı" derken, pek tabii ki hapishanede biraz "aralık" vardı.. Biraz uğraşılsa baca deliğinden gökyüzü görünebiliyordu!)
Ama gelin görün ki Yorgun Savaşçı filmini yakan 12 Eylül cuntasının ağababası olan 27 Mayısçıların, "Bunlar şeriatı getirecek olan karşı devrimcilerdir" diyerek astıkları Adnan Menderes ve arkadaşlarının genel affı olmasaydı Kemal Tahir "bir üçyıl" daha yatacaktı..
Öyle ya, Menderes ve arkadaşları Kemal Tahir gibi bir komünisti serbest bırakmasaydı memlekete "şeriatı nasıl getireceklerdi?"(!) (Komünisti kominist; minibüsü ise münübüs diye yazan benim "pek bi kültürlü" muarızlarım, cümlemin sonundaki ünlemi hem de "parantezli ünlemi" gördünüz değil mi?)
Peki bu kadar lakırtıyı patırtı olsun diye mi yazdım?
Pek tabii ki hayır.. Tüm bunları "derdimi" daha iyi anlatabilmek için yazdım. Evet "derdim çoktur hangisine yanayım?"
Hani "bir güzel adam" vardı, Allah rahmet eylesin, adı Ali Ekber Çiçek'ti..
İşte o adamın, Kubat tarafından insanın kılcal damarlarını dahi titreten bir yorumla seslendirdiği bir türküsü vardı..
"Türlü donlar giymiş gülden naziktir; Bülbül cevreyleme güle yazıktır; Çok hasretlik çektim bağrım eziktir; Böyle midir yolumuzun töresi.."
Evet türlü donlar giyen, türlü dolaplar çeviren, nazikliğin yanından geçmeyip kabalığa paye veren, bülbül sesine karşı karga sesiyle nazire yapan ey matlaşmış matbuatın mümtaz mensupları..
Siz hiç hasretlik çektiniz mi? Bağrınız hiç ezik oldu mu?
Ve böyle midir yolumuzun töresi?
Bu yazıyı esas hakkındaki mütalaasında, bir taraftan "İrtica, çok partili sisteme geçilen 1946'dan itibaren başlamıştır.." deyip, diğer taraftan "1946 öncesindeki" birkaç meczubun "irticai" eylemini referans göstererek çelişki denilen olguya hayatiyet kazandırmış olan bir Başsavcıya hitaben yazdım.
Ayrıca bu yazıyı Pazar günü finali yapılan ve "Recep Pekercilerin" anlamakta zorlandığı anlasa da kabullenemediği Türkçe Olimpiyatları'nın ardındaki ismi yurtdışında "tutan" bu sistemin ahlaksızlığına "isyanım olsun" diye yazdım..
Ve utanarak değil utandığım için yazdım.. (FİKRİ AKYÜZ - YENİŞAFAK)
"Dışarıda deli dalgalar, gelir duvarları yalar, beni bu sesler oyalar, aldırma gönül aldırma.." dizelerinin sahibinin Sabahattin Ali olduğunu bilen kişi sayısı herhalde az değildir..
Peki bu şiirin 12 Eylül öncesinde TRT'de yasaklandığını kaç bilir? Cevap: Bilmiyorum!
Devam edelim: Sabahattin Ali bu şiiri nerede yazmıştır?
Cevap: "Dışarıdaki deli dalgaların gelip duvarları yaladığı" Sinop Cezaevi'nde..
"Peki anladık da" peki şair, cezaevine hangi yıl girmiştir?
Cevap: 1932 yılında..
Ama aynı kişinin yazdığı Aldırma Gönül isimli şiir, 2007 ve 2008 yıllarındaki Cumhuriyet mitinglerinde Atatürkçüler, pardon Atatürkçü geçinenler, yine pardon, Atatürkçülükten geçinenler tarafından hançereler yırtılırcasına okunmuştur!
İşte Sabahattin Ali, 40'lı yıllarda "Milli Şef" İsmet İnönü'ye muhalif bir çizgi izleyen Marko Paşa isimli mizah dergisini Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz ile birlikte çıkarıyor ve bu yüzden yine hapse giriyor.
Ali'nin Marko Paşa'daki partneri olan Aziz Nesin'in oğlu Ali Nesin ise, 2008 yılında başörtüsü özgürlüğünü savunduğu için bazı Kemalistler tarafından lince maruz kalıyor.
Ve Ali yine Milli Şef döneminde, 1948'de, faili hâlâ meçhul olan bir cinayete kurban gidiyor.
"Nazım Hikmet meselesi" de bundan farklı değildir.
Şiddete bulaşmadığı halde, sırf düşüncelerinden dolayı 28,5 yıl hapis cezası alan ve 12 yıl, evet tam on iki yıl aralıksız hapis yatan Nazım Hikmet'in cezaevinde kaldığı süreler, ilginçtir ki İsmet İnönü'nün cumhurbaşkanlığı süresiyle bire bir aynıdır.
Yani İnönü'nün cumhurbaşkanı olduğu 1938'den, İnönü'nün cumhurbaşkanlığının sona erdiği yıl olan 1950'ye kadar..
Başka kim var? Milli Mücadele'ye farklı bir perspektiften bakan "Yorgun Savaşçı" isimli romanı Halit Refiğ tarafından çekilen filmi 12 Eylül'de yakılmış olan Kemal Tahir değil mi?
Peki bugün Özdemir İnce gibi, kafası 40'lı yıllara Japon yapıştırıcısı ile yapışmış bulunan kişilerce öve öve bitirilemeyen Köy Enstitüleri'ni "Bozkırdaki Çekirdek" isimli romanı ile "bir güzel haşlayan" Kemal Tahir hapse hiç girdi mi?
Yani çok özür diliyorum, lütfen beni bağışlayınız, bağrıma taş basarak söylüyorum, yazmak istemezdim ama!
Yazayım: Kemal Tahir, yine düşüncelerinden dolayı tıpkı Nazım Hikmet gibi 1938'de hapse girdi ve tam 12 yıl aralıksız hapiste kaldı. ("Hapiste aralıksız kaldı" derken, pek tabii ki hapishanede biraz "aralık" vardı.. Biraz uğraşılsa baca deliğinden gökyüzü görünebiliyordu!)
Ama gelin görün ki Yorgun Savaşçı filmini yakan 12 Eylül cuntasının ağababası olan 27 Mayısçıların, "Bunlar şeriatı getirecek olan karşı devrimcilerdir" diyerek astıkları Adnan Menderes ve arkadaşlarının genel affı olmasaydı Kemal Tahir "bir üçyıl" daha yatacaktı..
Öyle ya, Menderes ve arkadaşları Kemal Tahir gibi bir komünisti serbest bırakmasaydı memlekete "şeriatı nasıl getireceklerdi?"(!) (Komünisti kominist; minibüsü ise münübüs diye yazan benim "pek bi kültürlü" muarızlarım, cümlemin sonundaki ünlemi hem de "parantezli ünlemi" gördünüz değil mi?)
Peki bu kadar lakırtıyı patırtı olsun diye mi yazdım?
Pek tabii ki hayır.. Tüm bunları "derdimi" daha iyi anlatabilmek için yazdım. Evet "derdim çoktur hangisine yanayım?"
Hani "bir güzel adam" vardı, Allah rahmet eylesin, adı Ali Ekber Çiçek'ti..
İşte o adamın, Kubat tarafından insanın kılcal damarlarını dahi titreten bir yorumla seslendirdiği bir türküsü vardı..
"Türlü donlar giymiş gülden naziktir; Bülbül cevreyleme güle yazıktır; Çok hasretlik çektim bağrım eziktir; Böyle midir yolumuzun töresi.."
Evet türlü donlar giyen, türlü dolaplar çeviren, nazikliğin yanından geçmeyip kabalığa paye veren, bülbül sesine karşı karga sesiyle nazire yapan ey matlaşmış matbuatın mümtaz mensupları..
Siz hiç hasretlik çektiniz mi? Bağrınız hiç ezik oldu mu?
Ve böyle midir yolumuzun töresi?
Bu yazıyı esas hakkındaki mütalaasında, bir taraftan "İrtica, çok partili sisteme geçilen 1946'dan itibaren başlamıştır.." deyip, diğer taraftan "1946 öncesindeki" birkaç meczubun "irticai" eylemini referans göstererek çelişki denilen olguya hayatiyet kazandırmış olan bir Başsavcıya hitaben yazdım.
Ayrıca bu yazıyı Pazar günü finali yapılan ve "Recep Pekercilerin" anlamakta zorlandığı anlasa da kabullenemediği Türkçe Olimpiyatları'nın ardındaki ismi yurtdışında "tutan" bu sistemin ahlaksızlığına "isyanım olsun" diye yazdım..
Ve utanarak değil utandığım için yazdım.. (FİKRİ AKYÜZ - YENİŞAFAK)